Asistan Forumu Sonuç Bildirgesi
Üniversitede Güvencesiz İş Hayatı: 50-D Sorunu
FEHMİ ÜNSALAN
Türkİye’de neo-liberal dönüşümün kendini en köklü şekilde hissettirdiği yerlerden biri kuşkusuz ki üniversiteler. Bilimsel araştırmaların yerini piyasanın çıkarlarına uygun projelerin aldığı bu yeni düzen, üniversiteleri şirketler gibi profesyonelleşmeye itmekte, akademisyenleri ise bilim adamı olmaktan ziyade girişimci olarak nitelemekte. İktidar partisine olan yakınlığı ile öne çıkan Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanı olması ile hızlanan söz konusu dönüşüm süreci üniversite anlayışını piyasaya hizmet etmek adına, onun ilkelerine göre yeniden düzenleyerek gerçekleştirmekte. Bu anlamda ilk akla gelenler başta üniversitelerin piyasa ile uyumlu hale gelmesi adına topyekün bir dönüşümü öngören Bologna süreci. Bir diğeri de araştırma görevlilerinin iş güvencesi meselesi.
Üniversitelerde, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50. Maddesi D Fıkrasına göre (50d) çalışan araştırma görevlilerinin yaşadığı sorunlar bir süredir gündemdeki sıcak yerini kaybetmiş durumda, lakin birçok üniversitede sorunun çözümüne dair somut adımlar atıldığını söylemek mümkün değil. Bilindiği gibi 50d kadrosunda istihdam edilen araştırma görevlileri doktoralarını tamamlayıp doktor olmaya hak kazanmalarına rağmen sözleşmeleri gereği üniversite ile ilişikleri kesilmekte. Buna gerekçe olarak da YÖK’ün 26 Kasım 2008 tarihli 50d’ye göre istihdam edilenlerin 33a maddesine göre kadroya geçirilmemesi şeklinde özetlenebilecek kararı gösterilmekte.
Sorunun araştırma görevlileri ve üniversite boyutları açıkça ortada: 50d’li araştırma görevlileri, akademik yaşamlarının devamlılığını sağlayabilmek adına iş güvencesi talep etmekte. Bilimsel birikim sağlamak ve gelenek oluşturmak kaygısına sahip hiçbir üniversitenin de geçici kadrolar ve bu piyasa endeksli akademik verimlilik sisteminden fayda sağlayamayacağı ortada.
Bu bağlamda öncelikle sorunun geniş ölçekli olduğunu kabul etmek gerek: Performans, değerlendirme, eğitim ve araştırmanın ortak ölçülere göre sertifikalandırılması, Avrupa Yüksek Öğretim Alanı’nın bir parçası olma çabası, ‘toplam kalite sistemi’nin eğitimde ve bilimsel araştırmalarda da yaşama geçirilmesi ilkesi, piyasa ve sanayi ile sıkı işbirliği gibi başlıklar altında yeni bir form kazanan üniversite, bu formuna uygun bir iş düzenini de oturtmak istiyor.
Bu anlamda araştırma görevlilerinin iş güvencesi sorununun aslında sadece bir ilk adım olarak değerlendirilmesi gerek. Süreç içinde Avrupa’nın bazı ülkeleri ve Amerika’da olduğu gibi akademininin tümüne yayılacak olan bir iş güvencesi problemine dönüşeceği açık. Bu da söz konusu sorunun politik bir mücadele alanı olarak öne çıkartılması zorunluluğunu doğuruyor. YÖK sonrası açık bir şekilde birbirleri ile ilişkisi kopartılan üniversite emekçilerinin yeniden birleşmesi ve mücadelenin zeminini genişletmeleri gerekmekte.
Süreç içinde Danıştay Eğitim-Sen’in başvurusuyla 26 Kasım kararlarının yürütmesini durdurma kararı aldı ve 50d’li araştırma görevlilerinin 33a kadrosuna atanmasını hukuki olarak mümkün kıldı. Buna rağmen birçok üniversitede sorunun çözüldüğünü söylemek zor. YÖK’ün kendilerine verdiği olağanüstü yetkilerle donatılmış rektörlerin sadece küçük bir kısmı mevcut durumu bir sorun olarak görmekte.
MÜCADELE RUHUNU BÜYÜTELİM
50d’li araştırma görevlilerinin başta İstanbul Üniversitesi’nde olmak üzere sergiledikleri direniş aslında akademinin uzun zamandır ihtiyacı olan dayanışma ruhunu canlandırmak adına önemli bir adım olarak dikkatleri üzerine çekti. Başlangıç amacı kamuoyu desteği sağlamak olan bu direnişler bir süre sonra araştırma görevlilerinin üniversitedeki kimliklerinin farkına varmalarını sağlayacak şekilde onları biraraya getirdi (ya da getirebilirdi).
50d’li araştırma görevlilerinin direnişinin en önemli kazançlarından biri de aynı üniversitede olmalarına rağmen birbirleri ile herhangi bir ilişkisi olmayan araştırma görevlilerinin öncelikle birbirlerinin farkına varmasını sağlamak oldu. Süreç içinde birçok araştırma görevlisi sendika üyesi oldu, birçokları konformist duruşlarını terkederek sorunun salt araştırma görevlilerinin sorunu olmadığını, aksine politik bir mücadele alanı olarak karşılanması gerektiğini fark ettiler.
Son söz olarak şunu da söylemek gerekir ki sorun sadece üniversitenin sorunu olarak algılandığı sürece bir yere varılamayacağı açık. Temel olarak neoliberal politikaların baskısını ensesinde hisseden işçi sınıfının topyekün bir dayanışması bir zorunluluk. Bu da araştırma görevlileri, TEKEL işçileri, tersane işçileri, maden işçilerinin biraraya gelmesi ile mümkün.
YÖK Göstermelik Rektör Seçiminden de Vazgeçiyor
Türkiye'de rektörler illa profesör olacak diye bir şey var. Bu inanç yıkılmıyor. Akademi dışından bir insanın rektör olacağına kimse inanmıyor. Sanılıyor ki akademiden gelirse bir hikmet var. İşletme özellikleri olan bir insan gelse daha iyi idare edebilir. ABD'de birçok dünya ülkesinde bu iş böyle yürüyor. Her okulun başında profesyonel işletmeciler var. En önemli işimiz şimdi bu. Rektörlük konusunu değiştiriyoruz. Yakın zamanda tamamlanacak çalışma ile artık seçim olmayacak. Bakın vakıf üniversitelerinde kavga çıkıyor mu? Mütevelli heyetinin istediği isim rektör oluyor. YÖK'ten sadece onay alınıyor.
Biz de devlet üniversitelerinde seçici bir kurul olsun istiyoruz. Bunu da yaratacağız. Adına seçici kurul denir, mütevelli heyeti denir. Ne derseniz deyin. Üniversite bu seçici kurulu kendisi yaratacak. İsterse sanayi odasından biri alınsın, isterse belediye başkanı veya sivil toplumdan isimler. Bu heyet rektörü belirlesin. Rektör adayı ile görüşecek, mülakata çağıracak. Adayın yönetim potansiyelini değerlendirecek. Üniversiteye katacaklarını şehre olan katkılarını değerlendirecek. Daha sonra da isim belirleyip bizden onay alacak. Böyle olmazsa üniversiteleri bölüyoruz. Bakın son olarak Marmara Üniversitesi'nde seçim yapıldı. 3 adaydan biri 490, biri 380, biri de 300 oy aldı. Ne oldu şimdi üniversite 3'e bölündü. Kim atansa diğer taraftakiler küsecek. Bundan sonra nasıl tamir edeceksiniz o üniversiteyi. Rahmetli İhsan Doğramacı seçim sistemi geldi diye istifa etmişti, çok haklıymış. Acilen seçim sistemi kaldırılacak.
Üniversitelerin kalitesi kontrol edilmiyor. Denetleme adı altında idari ve mali denetime tabi tutuyoruz. Türkiye Akreditasyon Kurumu'nun tüm çalışmalarını bitirdik. 12 aya kadar kuracağız. YÖK'e mi bağlı olacak bağımsız mı olacak ona karar vereceğiz. ABD'de bir bağlantısı yok. Tamamen sivil toplum örgütü gibi.
Akademisyen sıkıntısı çok ciddi durumda. Eğer üniversiteye gelmez, hakim savcı stajyeri olursa 2 bin 500 3 bin lira maaş alacak, asistan olursa ancak bin 500... Neden burada dursun.
Buranın içinde ciddi sorunlar var, yükü kaldırmıyor. 22 üniversite için kurulmuş ama 146 üniversite var. Burası da üst kurul ama bir BDDK'ya bakın bir de buraya. Eleman eksikliğimiz çok. Buraya gelen iyi uzman 2 gün sonra buradan kaçıyor. Başbakan'la da bunlar görüşeceğim. Buranın çalışanlarının BDDK, SPK gibi üst kurul mahiyeti kazanması lazım.
Bu kadar sıkıntı varken bir de Kalkınma Ajansları, bürokrasi bizden eleman alıyor. Kalkınma ajansları ciddi eleman çalmaya başladı. Bu da beni sinirlendirmeye başladı. Başbakan'a da aktaracağım. Artık ellerini cebimizden çeksinler.
Açıköğretim Fakültesi Anadolu Üniversitesi'nin temelindeydi. Oradan aldık, İstanbul'a da verdik. Bu yıl öğrenci alacaklar. Tekel olmasın rekabet olsun diye yaptık. Artık açıköğretimde kitap basılmayacak. İnternet üzerinden yayınlar yapılacak, dersler verilecek. Başka üniversitelerin hocaları da ders verecek internetteki eğitim materyallerini hazırlayacak. Böylece hemşerilik duygusunu da kaldırıp kendi arkadaşlarını maddi çıkar sağlamanın önüne geçeceğiz.
İşsiz Öğretmenler İmza Kampanyalarına Destek Bekliyor
50/d'li Asistanlar Tekel İşçilerinin Yanında
Araştırma Görevlisine İki Önemli Destek
azizkonukman@birgun.net
Geçen haftaki yazımızda 50-D statüsünde istihdam edilen araştırma görevlilerinin sorunlarından söz etmiş ve ardından bu konumdakilere üniversite içinden ve dışından yeterince destek gelmediğinden yakınmıştık. Ancak CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisinin İzmir milletvekili Oğuz Oyan, Kırklareli milletvekili Turgut Dibek ve bazı araştırma görevlileri ile birlikte hafta içinde yaptığı (14 Ocak’ta) basın toplantısından anlaşılıyor ki, dışardan gelen destek konusunda yanılmışız. Kılıçdaroğlu’nun verdiği bilgilere göre, konuya ilk duyarlılık gösteren Oyan olmuş. Oyan konuya ilişkin olarak 8 Temmuz 2009 tarihinde bir yasa teklifi vermiş.
Teklifte burs verilmesi geçici bir düzeleme getirilerek 50-D maddesine göre görev yapan araştırma görevlilerinin 33-A maddesine intibaklarının gerçekleştirilmesi ve 50nci maddeye giren öğretim yardımcılığı kadrosunda geçen sürelerin araştırma görevlisi olarak geçirilmiş sayılması önerilmekte. Teklifin yasalaşması halinde 50-D kapsamında görev yapan ve üniversitenin yükünü taşıyan 7 bin kadar araştırma görevlisi atılma korkusundan kurtularak rahatlamış olacaktır.
Ayrıca YÖK’ün ve üniversitelerin konuya ilişkin Danıştay kararını (hatırlanacaktır, Danıştay Eğitim-Sen’in başvurusu üzerine “yürütmeyi durdurma” kararı vermişti) uygulamamaktan doğan sorumluluklarına da bir çözüm bulunmuş olacaktır. Dibek’in araştırma görevlileri için verdiği araştırma önergesinde ise 50-D sorunu dahil araştırma görevlilerinin yaşadıkları tüm sorunlara dikkat çekilerek bunların tespit edilmesi ve çözümlenmesi amacıyla Anayasanın 98. maddesi, Meclis İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeler gereğince bir Araştırma Komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılması talep ediliyor. Oyan ve Dibek’i bu çabalarından dolayı kutluyoruz. Ancak hemen belirtelim ki, konunun Meclise taşınmasında araştırma görevlilerinin örgütlü mücadelesinin bir ürünü olan Asistan Girişimi’nin önemli katkısı olmuştur. Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerden bu girişime destekler arttıkça girişimin başarı şansı daha da yükselecektir. Ancak bu adımlar gerekli ama yeterli olmayacaktır. Yeterlilik koşulunun sağlanabilmesi için Asistan Girişimi mücadelesinin emek mücadelesiyle ortaklaştırılması gerekiyor.
Yarın TEKEL işçilerinin yalnız olmadığını göstermeyi amaçlayan “Emek, Barış, Özgürlük için Demokrasi ve Haklar” mitingi var. Mitingin ana temalarından birisi “işsizlik ve esnek çalışma” başlığını taşıyor. Bu başlık 4-C’lileri ve 50-D’lileri yakından ilgilendiriyor. Ne 4-C’lilerin ne de 50-D’lilerin bu mitingi görmezden gelme lüksü bulunuyor. Bu miting, Asistan Girişimi mücadelesinin emek mücadelesiyle ortaklaştırılması açısından önemli bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı kaçırmamak gerekiyor. Haydin mitinge…
Bugün Araştırma Görevlisi, Yarın Bir Başkası
azizkonukman@birgun.net
Dilimize pelesenk olan bir diğer simge bazı sayılar. Bunların krizle bir ilgisi yok ama krizde çok konuşulur, anılır bir noktaya gelmişlerdir. O sayılardan biri 4-C, diğeri 50-D. İlki, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4’üncü maddesinin (C) fıkrasını işaret ediyor ve özelleştirme uygulamaları sonucunda işsiz kalacakların kamu kurum ve kuruluşlarında geçici personel statüsünde istihdam edilmesini düzenliyor. Bu düzenlemeyi uzun boylu anlatmaya gerek yok. Tekel işçilerinin sürmekte olan direnişleriyle ne menem bir şey olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Çalışma Bakanı’nın son allama pullama çabası, bu düzenlemenin özelleştirme mağdurlarına sus payı olarak getirilmiş bir kölelik düzenlemesi (sözleşmesi) olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmemiştir.
İkincisi ise 1547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50. maddesinin (D) fıkrasını işaret ediyor ve araştırma görevlisi kadrosuna geçici olarak atananların atama koşulları ile atananların hak ve yükümlülüklerini düzenliyor. Bu maddeye göre, araştırma görevlileri “burslu öğrenci” olarak kabul edilip, eğitim bittiğinde üniversiteyle ilişkisi kesiliyor. Bu statüde çalışanların kadrolu araştırma görevlilerinden (bunlar ise aynı Kanunu’nun 33’üncü maddesinin (A) fıkrasına göre istihdam ediliyor) farkı iş güvencesinin olmayışıdır.
Ancak bu durum uygulamada pek sorun yaratmıyordu. 50-D’liler anabilim dalı önerisi, fakülte yönetim kurulu kararı ve rektörlük onayı ile 33-A’ya sorunsuz bir şekilde aktarılabiliyordu. Ancak YÖK Yürütme Kurulu’nun Kasım 2008’de aldığı kararla bu uygulamaya son verilip, kadro ilanı koşulu getirildi. Bu karar, araştırma görevlilerinin iş güvencelerinin uygulamada yitimi (hukuki düzeyde bu tür bir güvence zaten yoktu) demektir.
İşte bu karar, 50-D’lileri fitillemeye yetti. İstanbul Üniversitesi merkezli bir dizi eylem başlatıldı. Eğitim Sen’in başvurusu üzerine söz konusu YÖK kararı için “yürütmeyi durdurma” kararı verildi.
Ne var ki, hukuki sorununun giderilmiş olması sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor. Çünkü kimi üniversiteler bu karardan hareketle geçmişte olduğu gibi 50-D’lilerin 33-A’ya geçişlerini sağlarken kimileri bu kararı görmezden geliyor. Hatta birinde (İstanbul Üniversitesi) görmezden gelmek yetmiyormuş gibi, bir de hakları için mücadele eden ve iptal edilen YÖK kararını “diplomalı işsiz olmak istemiyoruz” diyerek protesto eden 49 araştırma görevlisi için soruşturma açılmıştır.
Ne yazık ki, 50-D’lilerin ne işgüvencesini elde etme çabaları ne de uğradıkları bu haksızlıklar üniversiteler içinde ve dışında yeterince destek buluyor. Burada daha acı olan, üniversitenin içinde yeterli bir desteğin gelmemiş olmamasıdır. Oysa 50-D yalnızca bu maddeye göre çalışan araştırma görevlilerinin sorunu değildir. Bu ilk adımdır, arkası gelecektir. Bundan sonra esnek çalışma modeli adım adım örülmeye çalışılacaktır. Üniversitelerde neoliberal dönüşümü amaçlayan YÖK Strateji Raporu ile TÜSİAD’ın 2008 tarihli “Türkiye’de Yüksek Öğretim: Eğilimler Sorunlar ve Fırsatlar” başlıklı raporunda (keza benzer şekilde önceki iki raporunda) öngörülen bu esnek çalışma modelinin kuramsal temelleri oluşturulmaktadır. Bu çalışmalarda, üniversitedeki bilim insanlarının güvencesiz istihdamına olanak veren 50-D benzeri esnek istihdam statüleriyle sindirilmesi ve sermaye kesimlerine hizmet eder hale getirilmesi amaçlanıyor. Ne dersiniz? O gün geldiğinde 50-D’ye sessiz kalanlar, yanlarında kendilerini destekleyecek birilerini bulabilecekler midir? Yanıtını size bırakıyoruz. Bizden hatırlatması…
YÖK'ün Beş Hâli
Efsaneler ve Gerçekler
Efsane 1: 50d'lileri 33'e geçirmek için kado açılması gereklidir. Üniversitelerin elinde tüm 50dlileri 33'e geçirecek kadar kadro bulunmamaktadır.
Gerçek:
33'e geçiş işlemi için yeni kadro gerekmiyor. Çünkü yapılan işlem bir statü değişikliği'nden ibaret. Yani tüm 50d'lilerin kadrosu var zaten yapılan sadece bunun statüsünün değiştirilmesi dolayısıyla yeni bir kadro açılıp da ona bir transfer yapılmıyor. Bunun anlamı tüm 50d'lilerin 33'e geçirilmesi için kadro sayısı açısından herhangi bir engel olmadığıdır.
Efsane 2: 31 Temmuz yönetmeliği ve 26 Kasım YÖK yürütme kurulu kararının ardından 33'e rektörlük eliyle geçiş mümkün değildir. Kadro ilanı çıkması ve 31 Temmuz yönetmeliğine göre yeniden sınava girilmesi gerekmektedir.
Gerçek:
İ.Ü.'de yapılan geçişler resmen "31 Temmuz Yönetmeliğinin 2. maddesine dayanarak" yapılmıştır. Bu meşhur 2. madde "MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarının öğretim görevlisi, okutman, araştırma görevlisi, uzman, çevirici ve eğitim-öğretim planlamacısı kadrolarına açıktan veya öğretim elemanı dışındaki kadrolardan naklen yapılacak atamaları kapsar." diyerek bizi yönetmelik kapsamı dışında bırakmıştır. Dava konusu olan bu husustaki haklılığımız İ.Ü. rektörlüğünce kabul edilmiş ve buna uygun olarak rektörlük yetkisini kullanarak arkadaşlarımızı 33'e geçirmiştir.
Efsane 3: Rektörlük 33'e geçirse bile bunun YÖK'ten dönmesi söz konusu olabilir.
Gerçek:
Rektörlüğün 33'e geçiş işleminde YÖK'ten onay almasını gerektiren herhangi bir hüküm yoktur. Dolayısıyla bu işlemler üzerinde YÖK'ün herhangi bir tasarruf yetkisi yoktur. YÖK'ün yapabileceği tek şey işlemin usülsüz olduğunu iddia ederek soruşturma açmasıdır ki bu konuda yönetmelikler ve yasa maddeleri açıkça YÖK'ün aleyhindedir.
Efsane 4: Fakültelerde 33'e geçiş mümkündür enstitülerde ise YÖK'ün iznine tabidir.
Gerçek:
YÖK'ün devreye girdiği tek aşama enstitüden fakültelere nakil yapılmasıdır. Oysa İ.Ü. rektörlüğü bizim çok önceden önerdiğimiz biçimde fakültelere nakletmeden enstitü kadrsounda 33'e geçiş yapmıştır ve görevlendirme yoluyla fakültelerde çalıştırma uygulaması devam edecektir.
Efsane 5: Eylem yapmak, örgütlenmek boşuna hocanızla, idarenizle iyi geçinin, sizi ancak onlar kurtarır.
Gerçek:
Eğer bu efsaneye uysaydık bugün 33'e geçen arkadaşlarımız 2 aydır işsizdi. Yaş, lisans notu vb. kriterler yüzünden kadrolara başvuramıyordu. Ancak biz örgütlendik, yürüyüş yaptık, basına çıktık, üniversiteyi terk etmeme eylemi yaptık ve şimdi hakkımız olanı almaya başlıyoruz. Kritik durumdaki arkadaşlarımızı 33'e geçirttik. Sıra şimdi tüm 50d'lilerde.
Efsane 6: Her koyun kendi bacağından asılır
Gerçek:
Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz.
Doktoralı işsiz olmak' istemeyene soruşturma
İşten çıkarılmalarına neden olan YÖK yönetmeliğini protesto eden İÜ'lü 49 asistana soruşturma başlatıldı
UMAY AKTAŞ SALMAN
İSTANBUL- İstanbul Üniversitesi, YÖK’ün doktorasını bitiren araştırma görevlilerinin işten çıkarılmasına neden olan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) yönetmeliğini, eylemler yapıp, ‘Dipolamalı işsiz olmak istemiyoruz’ diyerek protesto eden 49 asistana soruşturma açtı. Asistanlar, Danıştay’ın yönetmeliğin yürürlüğünü durdurmasına karşın üniversitenin kendilerini oyaladığını belirterek, “Angarya tüm görevleri yapıyoruz. Yoğun bir emek veriyoruz ama belirsizlik çok acı” diyor.
Yükseköğretim Kanunu’na göre üniversitelerde araştırma görevlileri iki şekilde istihdam ediliyor. Kanunun 33/a maddesine göre araştırma görevlileri rektör tarafından bu kadrolara üç yıllığına atanıyor. 50/d maddesine göre ise burslu öğrenci statüsünde bir yıllığına görevlendiriliyorlar. Bugüne kadar pek çok üniversite 50/d kadrosundaki araştırma görevlilerini doktoraları bittiğinde daha güvenli kadro imkânı sağlanan 33. maddeye geçiriyordu. Ancak YÖK 31 Temmuz 2008’de bir yönetmelik çıkararak öğretim elemanı kadrolarına naklen ve açıktan yapılan tüm atamalar için ALES, Kamu Personeli Dil Sınavı (KPDS) veya Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı (ÜDS) şartı konmuştu. Ayrıca YÖK 26 Kasım 2008’de aldığı kararla da 50/d’ye göre istihdam edilenlerin 33. maddeye göre kadroya geçirilmemesi istenmişti. Bu karar, Türkiye genelinde doktorası bittikten sonra işsiz kalacak yüzlerce araştırma görevlisinin tepkisine neden olmuş, Eğitim-Sen dava açmıştı. Danıştay 8. Dairesi de geçen mayıs ayında dava sonuçlanana kadar kararın yürütmesini durdurmuştu. Bazı üniversitelerde iş güvencesi olmayan 50/d kadrosundan 33/a’ya geçişler yapıldı.
Belirsizlik çok acı
Ancak İstanbul Üniversitesi’nde geçişler yapılmadığı gibi ‘Doktoralı işsiz olmak istemiyoruz’ diyen 49 asistana soruşturma açıldı. İkisi ‘rektörlük binasını amacı dışında kullanmak’tan maaş kesim, beşi de ‘huzuru bozmaktan’ uyarı cezası aldı. İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Temsilciler Kurulu, şu açıklamayı yaptı: “Doktorasını bitirenler 33/a kadrosuna geçebilir dendi, başvurular yapıldı. Ancak henüz geçebilen yok. Ayrıca asistanlar arasında ayrım yapılıyor. Enstitüdeki asistanlar 33/a’ya geçirilmeyecek, fakültedekiler geçirilecek diyorlar. İki grup da aynı işi yapıyor. Kanununu değiştiriyorlar. Bu değişklik olana kadar da oyalanıyoruz. Uygulama derslerine giriyoruz, ders programlarını hazırlıyoruz, angarya tüm görevleri yapıyoruz. Yoğun bir emek veriyoruz ama belirsizlik çok acı.”
Ve Üniversite...
Asistanlar İçin TBMM'de Araştırma Önergesi
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA
Ülkemizde üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarının (2008’deki toplam sayısı 73.724 kişidir) yaklaşık % 45’i ( 33.025 kişisi ) Araştırma Görevlilerinden oluşmaktadır. Araştırma Görevlileri, Türkiye’deki yükseköğretimin en temel bileşenlerindendir. Araştırma Görevlileri olmadan üniversiteden ve üniversitelerin geleceğinden bahsetmek mümkün değildir. Yüksek öğretim sisteminin yüzde 45’ini oluşturan Araştırma Görevlileri, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 50/d maddesine göre çalıştıkları için doktora eğitimlerini tamamladıkları anda kurumları ile ilişikleri kesilmektedir. Araştırma Görevlileri, büyük bir maddi sıkıntı içerisindedir. Görev tanımları belirsizliklerle doludur. Bütün öğretim elemanları gibi Araştırma Görevlilerinin de fikirlerini açıklama hakları bulunmamaktadır. Üniversitelerin ve YÖK’ün karar mekanizmalarında temsil ve söz hakları yoktur.
Araştırma Görevlilerinin 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 50/d maddesindeki kadrolarının, ilgili kanunun 33/a (Kalıcı Kadro) maddesindeki kadroya geçirilmesi ile iş güvencesine kavuşmaları önemli bir adım olsa da Araştırma Görevlileri için yalnızca bu düzenleme yeterli değildir. Yıllar içerisinde Araştırma Görevlilerinin sorunlarının çözülmesi adına hiçbir çalışma yapılmazken, aksine; diğer meslek gruplarına oranla sürekli olarak gerilemiştir. 1990’lı yıllarda lise mezunu 8/3’deki bir polis memurundan fazla maaş alan Araştırma Görevlileri, 2004-2009 yıllarına ait maaş verilerine göre lise mezunu 8/3’deki bir polis memurundan az maaş almaya başlamıştır.
Araştırma Görevlilerinin görev tanımında da belirsizlik bulunmaktadır. YÖK kanununun 33’üncü maddesine göre “Araştırma Görevlileri, yükseköğretim kurumlarınca yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır” ifadesi yer almaktadır. Tanım belirsizliği nedeniyle, asıl işi araştırma olan bu öğretim elemanlarının ders anlatma, sınav sorusu hazırlama, sınav kağıdı okuma gibi işlerle adeta “okutman, uzman veya öğretim görevlisi” olarak kullanılmaktadır.
Araştırma Görevlilerinin sorunlarının tespit edilmesi ve bu sorunların çözümlenmesi amacı ile Anayasamızın 98. maddesi, İçtüzüğümüzün 104. ve 105. maddeleri gereğince bir Araştırma Komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.
Av. TURGUT DİBEK CHP Kırklareli Milletvekili
YÖK’ün yeni yönetmelik taslağı
Üniversiteleri Ticarileştirme Girişimlerine Karşı İmza Kampanyası
- Bu yönetmelik taslağı ile sermaye ve siyaset kurumları temsilcilerinin üniversitenin bilimsel işlevlerini doğrudan belirleyen konuma gelmeleri amaçlanmaktadır.
- Bu sürece kadar YÖK Strateji Raporu ve TÜSİAD yükseköğretim raporları aracılığıyla gündeme getirilen dönüşüm bu taslak ile yönetmelik haline getirilerek yasallaştırılmaya çalışılmaktadır.
- Oysa her türlü sermaye ve siyaset kurumunun üniversite üzerindeki belirleyiciliği üniversitenin toplumsal yarar üreten kurum olma özelliğine aykırıdır.
- Üniversitelerde bilimin üretilebilmesi ancak özerk olması, bir başka deyişle üniversitelerin siyaset ve sermaye kurumlarının belirleyiciliğinden uzak olması ile mümkündür.
- YÖK'ün, üniversiteleri özerk, bilimsel, demokratik, toplum yararı için çalışan kurumlar olmaktan uzaklaştıran diğer uygulamalarıyla birlikte düşünüldüğünde bu taslağın yönetmelik haline gelmesi üniversiteleri geri dönülmesi olanaksız bir noktaya getirecektir.
- Öyle ki, tamamen piyasa güçlerinin eline geçen üniversitelerde iş güvencesi, akademik özerklik ortadan kalkacak, taşeronlaşma ve esnek çalışma uygulamaları hızlanacak, üniversitenin şirketleşmesi sonucunda toplum yararını değil sadece karlılığı hedefleyen öğrenciler yetiştirilecektir. Biz aşağıda imzası olanlar bu yönetmelik taslağına karşı olduğumuzu kamuoyuna bildiriyoruz.
Al sana açılım! al sana akademik özgürlük!
Erdoğan ve Gül'ün yeni akademik yıl nedeniyle 'tartışın' mesajı verdiği Yıldız Teknik Üniversitesi, Kürt sorununa ilişkin görüşlerini açıklayan Göral'ı hak ettiği kadroya atamadı
UMAY AKTAŞ SALMAN
İSTANBUL - Başbakan Tayyip Erdoğan’la Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yeni akademik yılın başlaması nedeniyle düzenlenen törende ‘ifade özgürlüğü’ne vurgu yaparak ‘tartışın’ mesajı verdiği Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ), Kürt sorununun ele alındığı bir televizyon programına katılan sözleşmeli öğretim görevlisi Özgür Sevgi Göral’ı görüşlerinden ötürü, hak ettiği atamaya ‘layık’ bulmadı. Ataması, ‘öğrencilere Atatürk milliyetçiliğine bağlı hizmet bilinci, milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici irade gücü kazandırmayacağı’ gerekçesiyle yapılmayan Göral, o programda “Kürt sorunu ciddi bir ezilmişliğin sonucudur. Polisler tarafından Kızıltepe’de öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz da bu ülkenin eşit yurttaşıdır” demişti.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Göral, yüksek lisansını Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri Enstitüsü’nde tamamladı ve burada araştırma görevlisi oldu. Daha sonra Paris’teki Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de (EHESS) tarih doktorasına başladı. İki yıl sonra Türkiye’ye döndü ve 2006 yılında YTÜ Fen Edebiyat Fakültesi’ndeki İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde sözleşmeli olarak ders vermeye başladı.
CHP’li Öymeni’i eleştirdi
Geçen ekimde okulda öğretim üyesi kadrosu açıldı. Göral, 13 Kasım 2008’deki sınavı geçti ve atanmaya hak kazandı. Ancak akademik hayatı sekiz gün sonra, bir özel TV’de Kürt sorununun tartışıldığı programa katılınca altüst oldu. Programın konukları arasında yer alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’le tartışan Göral, şunları anlattı:
“Öymen, Kürt sorununun dış mihraklarca yaratıldığını söyledi. Ben bunların eski düşünceler olduğunu, hiçbir dış mihrakın, ortada bir sorun olmadan sorun çıkaramayacağını söyledim. Ciddi bir ezilmişliğin sonucu olarak Kürt sorunun çıktığını belirttim. Öymen, programda DTP’li Hasip Kaplan’a ‘PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz’ diye sıkıştırıyordu. Ben de DTP’nin 3 milyon oyu terörist demediği için aldığını, artık bunun üzerinden konuşmak gerektiğini söyledim. Toplumsal mesele olarak kabul edip, sebeplerini konuşmak gerektiğini söyledim. Kızıltepe’de öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın da bu ülkenin eşit yurttaşı olduğunu anlattım.”
Programdan sonra, bir üniversite yönetisi arayıp hakkında İstanbul Emniyeti’nden dosya geldiğini söyledi. Daha sonra da ataması yapılmadı. Bunun üzerine Göral, 30 Mart 2009’da üniversite yönetimine bir dilekçe verdi. Dilekçesine yanıt gelmeyince geçen temmuzda İstanbul 10. İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma talebiyle dava açtı.
YTÜ mahkemeye gönderdiği savunmada Göral’ın ‘o programdaki beyanları nedeniyle ders anlatamayacağını ve kadroya layık olmadığı’nı öne sürdü. Üniversite bu savunmasını 687 sayılı Devlet Memurları Kanunu’yla 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’na dayandırıyordu.
YTÜ, 687 sayılı kanunun “Devlet memurları hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamaz ve bu eylemlere katılamazlar” dediğini anımsatırken Yükseköğretim Kanu’nun 4. maddesinin ‘yükseköğretimin amacı öğrencilere Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı hizmet bilinciyle milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü kazandırmaktır’ hükmünü içerdiğini belirtti.
Üniversite ayrıca ‘sınava giren diğer üç adayın beceri ve yeteneklerinin yeteri kadar iyi değerlendirilmediği ve sınav komisyonunun subjektif karar verdiği’ yönündeki tespit nedeniyle de Göral’ın atamasının yapılmadığını belirtiyordu.
Göral’ın yürütmeyi durdurma talebini mahkeme reddetti. Avukatı aracılğıyla karara itiraz eden Göral, buradan da bir sonuç alamazsa konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacağını söyledi.
Gül ve Erdoğan’dan özgürlükçü mesajlar
Özgür Sevgi Göral’ın düşüncelerini açıkladığı için kadrosunun engellendiği Yıldız Teknik Üniversitesi’nde (YTÜ) yeni akademik yılın başlaması nedeniyle dün tören vardı. Törene katılan Başbakan Tayyip Erdoğan, düşünce ifade özgürlüğüne vurgu yaptı: “Farklı düşünceler zenginliktir. Bunlar tartışılarak, çatıştırılarak, müzakere edilerek ‘hakikat güneşi’ bulunur. Tek sesliliği, tek renkliliği, tek tipi dayatanların, ülkemize de insanımıza da eğitim kalitemize de ne kadar büyük zarar verdiklerini ne yazık ki gördük. Tam tersine biz diyoruz ki ‘bu ülkenin her bir vatandaşı birinci sınıf vatandaştır. Rengi ne olursa olsun, düşüncesi ne olursa olsun birinci sınıftır’”.
Yeni akademik yılın başlaması nedeniyle YTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek’e bir mesajı gönderen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de üniversitelerin yeni fikirlerin yeşermesine ve tartışılmasına imkân sağlamasının büyük önem taşıdığını kaydetti. Cumhubaşkanı Gül mesajında şunları söyledi:
“Toplumdan kopuk, gelişmelerden uzak bir üniversitenin işlevlerini yerine getirmesi mümkün değildir. Ülke meseleleri konusunda fikir ve çözüm üretmek de üniversitelerin görevleri arasında yer almaktadır. Ancak üniversitelerin bunu yaparken siyasallaşmamaları büyük önem taşımaktadır.”
Üniversiteler demokratik açılıma kapalı
Türkiye ‘demokratik açılım’ı tartışır, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan her fırsatta herkesin fikrini söylemesi gerektiğini belirtirken, üniversitelerde aksi yaşanıyor. Özgür Sevgi Göral’ın başına gelenler tek örnek değil. Marmara Üniversitesi (MÜ) AB Enstitüsü’nde ‘Çoğunluk İktidarı ve Azınlık Hakları Direnişi: Türkiye’de Kürtçe Dil Hakları’ konulu doktora tezi hazırlayan akademisyen Nesrin Uçarlar geçen temmuzda üniversite yönetimince bölücülükle suçlandı ve seviye durdurma cezası verildi. YÖK, cezasının kaldırılmasını istediyse de sonuç değişmedi. Uçurlar’ın çilesi bununla da bitmedi tez danışmanı Prof. Dr. Günay Göksu Özdoğan tarafından tezini anlatması için çağrıldığı MÜ Haluk Ulman Salonu’ndaki konferansta, polis de hazır bulundu.
‘Resmi tezli’ yurtdışı bursu
Yine MÜ’de, geçen yıl yurtdışına burslu gitme koşulu olarak öğrencilere, dış politika konularında ‘devlet tezleri kursu’ dayatılmıştı. Dört günlük eğitimde, yurtdışına gidecek 150 öğrenciye Pontus, Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunlarına ilişkin resmi tezleri anlatılmıştı. Eğitimlere katılmayanların yurtdışına gidemeyecekleri bildirilmişti.
Gazi Üniversitesi Rektörü Rıza Ayhan da önceki gün üniversitenin akademik yılı açılışında yaptığı konuşmada Kürtçe eğitim ve öğretime karşı çıkarak, “Anayasamızın amir hükümlerine rağmen bazıları üniversitelerde anadilde eğitim ve öğretimden bahsetmekte ve bunu demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak olarak değerlendirmekte” demişti.
ASİSTANLARDAN REKTÖRE ÇAĞRI:Yargı kararını tanıyın
Özlük hakları için mücadele eden 50d’li asistanlar, Danıştay’da açtıkları davayı kazandıktan sonra atama işlemlerini yapmayan Söylet’i, kararı uygulamaya çağırmıştı. Bu eylemin ardından 6 asistan soruşturmalık olmuştu. Geçtiğimiz günlerde 35 araştırma görevlisi ve 5 idari görevliye de soruşturma açıldı. Soruşturmaya gerekçe olan eylemde, 200 asistan, Söylet’ten randevu istemiş, ancak bu talepleri reddedilmişti. İş güvenliği mücadelesi verdiği için soruşturmalık olan 40 asistan, dün İÜ Merkez Kampüsü’nde soruşturma heyetine savunma yaptı. 100’den fazla akademisyen, asistan ve öğrenci ise, Beyazıt Meydanı’nda yaptıkları eylemle Söylet’i protesto etti, araştırma görevlilerine destek verdi.
‘YARGI KARARI GÖRMEZDEN GELİNİYOR’
Dün İÜ fakülteleri arasında yapılan yürüyüşün ardından kalabalık, asistanların iş güvenliğini ortadan kaldıran 50/d maddesi ve Söylet’i protesto eden sloganlarla Merkez Kampüs’ün ana kapısına yürüdü. Ana kapı önünde İÜ Araştırma Görevlisi Temsilciler Kurulu adına açıklama yapan Hukuk Fakültesi Temsilcisi Cemil Ozansü, Rektör Söylet’in 5 ay önce alınan Danıştay kararını hala uygulamadığına dikkat çekerek hakları için mücadele eden asistanlar karşısında ‘disiplin’ sağlamaya çalıştığını belirtti. Açılan soruşturmanın 4 ay önceki eylemler kurcalanarak hazırlandığını söyleyen Ozansü, “Anlamsız bir inatlaşmaya dönen yargı kararlarını görmezden gelme çabalarına derhal son verilmeli. Yeni öğretim yılı İÜ çalışanlarına disiplin soruşturmalarıyla değil, huzur ve gelecek umudu getiren uygulamalarla başlamalı” dedi.
Eylemde konuşan Eğitim Sen 6 No’lu Üniversiteler Şubesi Denetleme Kurulu Üyesi Görkem Doğan, 50/d’ye karşı asistanların mücadelesinde, başı İÜ’lü asistanların çektiğini vurguladı. Doğan, “Bu mücadele esnasında rektörlük, asistanların taleplerinin haklı olduğunu dile getirdi, fakat YÖK’ten gelen tehditlere kısa zamanda boyun eğerek, sorunun bir parçası oldu” dedi.
(İstanbul/EVRENSEL)
İÜ‘den 40 asistana daha soruşturma
Haziran ayında özlük hakları için mücadele eden 50d’li asistanlardan altısına soruşturma açan İ.Ü. Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet, 4 ay sonra aynı sebeple 40 asistana daha soruşturma açtı.
50d’li asistanlar Danıştay’da açtıkları davayı kazanmışlardı. Buna rağmen atama işlemlerini yapmamakta ısrar eden Söylet’i mahkeme kararını uygulamaya davet eden asistanlardan 40’ı hakkında daha soruşturma açıldı.
Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) Cuma günü konuya dair bir açıklama yaparken, açıklamasında bütün bilim insanlarını, ÜKD üyelerinin de aralarında bulunduğu asistanlara, 14 Eylül Pazartesi günü destek vermeye davet etti.
ÜKD’nin yaptığı açıklama şöyle:
Basına ve Kamuyouna,
İstanbul Üniversitesi İdaresi, bugün aralarında üyelerimizin de bulunduğu 35 araştırma görevlisi ve 5 idari görevli hakkında soruşturma başlatmıştır. Açılan soruşturma, üniversitelerde araştırma görevlilerinin iş güvencesini ortadan kaldıran 50/d maddesine karşı 20 Mayıs tarihinde, 13 araştırma görevlisinin işten atılmasını engellemek ve İstanbul Üniversitesi idaresine konuyla ilgili yargı kararını hatırlatmak amacıyla yapılan eylemle ilgilidir.
Söz konusu eylemde, tümü İstanbul Üniversitesi çalışanı olan 200 kişi, çalıştıkları kurumun yöneticisi konumunda olan Rektör Prof.Dr. Yunus Söylet’ten randevu talep etmiş, ancak bu talepleri reddedilmiştir. Sonrasında bu kişilerden altısı hakkında soruşturma açılmış, bugün açılan soruşturmalarla ise soruşturmanın kapsamı genişletilmiştir.
Açılan soruşturma, başta üniversitelerde idari soruşturmalara yönelik bir aylık zamanaşımı süresi olmak üzere, pek çok açıdan hukuka aykırıdır. Üniversite Konseyleri Derneği, Türkiye'nin en köklü hukuk fakültesine ev sahipliği yapan İstanbul Üniversitesi'nin hukuk, anayasa, yasa ve yönetmeliklerden habersiz kişiler tarafından yönetildiğini düşünmemektedir. Dolayısıyla açılan soruşturmanın, haklarını arayan İstanbul Üniversitesi çalışanlarının tüm akademi camiasına örnek teşkil etmekte olan örgütlü ve akademisyen onuruna yakışır mücadelesine karşı bir yıldırma çabası olduğu değerlendirilmektedir.
Üniversite Konseyleri Derneği, bilim üretiminin önkoşulunun iş güvencesi olduğunu, iş güvencesi olmayan, idari açıdan her türlü tehdide açık 50/d kadrosunun bilim üretmeye müsait bir istihdam biçimi olmadığını savunmaktadır. Araştırma görevlilerinin bilimsel gelişim ve üretiminin önünün açılması isteniyorsa, Türkiye'nin kamu üniversitelerinde 50/d maddesi çerçevesinde istihdam edilen tüm araştırma görevlileri 33/a maddesi ile düzenlenen sürekli kadroya alınmalı, ardından da 50/d maddesi yürürlükten kaldırılmalıdır.
Bu çerçevede Üniversite Konseyleri Derneği, başta Rektör Prof.Dr. Yunus Söylet olmak üzere İstanbul Üniversitesi idaresini hukuka ve bilime saygıya davet etmektedir.
Haklarında soruşturma açılan araştırma görevlileri ve idari personelden 14 Eylül Pazartesi günü savunmalarını yapmaları istenmiştir. Üniversite Konseyleri Derneği, aralarında üyelerinin de bulunduğu bu 40 kişiye destek vermek için, 14 Eylül Pazartesi günü saat 13:30'da İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü Ana Kapısı önünde olacaktır.
Derneğimiz, başta bilim insanları ve üniversite öğrencileri olmak üzere, araştırma görevlilerinin üniversitelerde işten atılma korkusu yaşamadan, özgürce bilim üretebilmesini isteyen tüm duyarlı insanları bu eyleme destek vermeye, tüm basın kuruluşlarını da eylemi izlemeye ve kamuoyuna aktarmaya davet eder.
Saygı ile duyurulur.
11.09.2009
Üniversite Konseyleri Derneği
Tülay Arın'ı Kaybettik
Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nde tamamlayan Arın, doktorasını George Washington Üniversitesi'nden aldı.
1977'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlayan Arın, George Washington Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Ankara Üniversitesi ve Erciyes Üniversitesi'nde de dersler verdi.
Tarih Vakfı'nın kurucu üyeleri arasındaydı. TCK 301. maddenin kaldırılması için imza veren aydınlar arasında yer aldı. Öğretim Elemanları Sendikası'nın (ÖES) kurucuları arasındaydı. Öğretim Üyeleri Derneği'nde de çalıştı.
Belge Yayınları'nın 11. Tez kitap dizisinin oluşturucularından biriydi. Maliye politikalarının yanı sıra, kapitalizm eleştirisi konusunda çevirileri ve makaleleri derlemelerde yer aldı.
TÜLAY ARIN'IN ASİSTANI DR. SERMİN SARICA'NIN KALEME ALDIĞI "TÜLAY ARIN'IN ARDINDAN" BAŞLIKLI YAZI İÇİN TIKLAYINIZ...
Danıştay YÖK'ün Yürütmeyi Durdurma Kararına İtirazını Reddetti
yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti. Bu karara itiraz eden YÖK'ün itirazı Danıştay tarafından reddedildi. Gelişmeler Danıştay'ın 26 Kasım kararlarını tamamen iptal edeceği izlenimi veriyor. Bu durumda 31 Temmuz yönetmeliği ile doktora sonrası için YÖK tarafından hayata geçirilmek istenen uygulamanın hukuki bir dayanağı kalmayacak. Ancak gelişmeler YÖK'ün hukuku zorlamaya çalışacağını gösteriyor. Bazı üniversitelerde yurtdışı doktora bursu alıp zorunlu hizmet yükümlülüğü nedeniyle 33. maddeye atanacak araştırma görevlilerine bile 31 Temmuz yönetmeliği uyarınca merkezi sınava girme dayatması yapılıyor. Ve burası bir hukuk devleti! Bilmeyenlere ilan olunur...
DANIŞTAY KARARI İÇİN RESMİN ÜZERİNİ TIKLAYINIZ.