YÖK'ün Beş Hâli

YÖK’ÜN BEŞ HÂLİ[1]

SİBEL ÖZBUDUN
“Her tanımlama bir sınırlamadır.”[1]

İlkokul dördüncü sınıfta “Dilbilgisi” derslerini anımsıyorum. Aklımda yanlış kalmadıysa, ilk öğretilenlerden biri, “ismin beş hâli”ydi: “yalın” hâli, “i” hâli, “e” hâli, “de” hâli, “den” hâli…
Şimdi üniversitedeyim: öğretim elemanı olarak. Üniversitede ise, “YÖK’ün hâlleri”ni öğreniyorum. YÖK’ün de beş hâli var.[3]
Ve ancak bu beş hâli, bunların birbirine nasıl eklemlendiğini bilirsek, ona nasıl karşı durabileceğimizi de saptayabiliriz.
Şimdi YÖK’ün hâllerini sıralıyorum, arkadaşlar:
Önce YÖK’ün “baskı hâli”nden söz edebiliriz. Ya da “ceberut hâli”.
Biliyorsunuz… Sağır Sultan da biliyor. YÖK; 12 Eylül darbesinin ardından üniversiteler üzerinde bir baskı ve denetim aracı olarak kuruldu. Egemenlerin “çığırından çıktığını” düşündüğü yüksek öğrenim gençliği ve akademisyenleri zapt u rapt altına almak üzere tasarlandı ve uygulamaya sokuldu.
YÖK’ün uygulamaya girmesiyle birlikte, üniversiteler özerk, özgür bilim kurumları olmaktan çıkartılıp yarı-açık cezaevlerine dönüştürüldüler.
Binlerce akademisyen üniversitelerden uzaklaştırıldı; kampüsler içerisindeki “düzen” polise, jandarmaya, ardından da özel güvenlik birimlerine teslim edildi.
Öğrenciler bir yandan “iki vize bir final” sistemi içerisinde derslerden başlarını kaldıramaz hâle getirilirken, bir yandan da, “sağa baktın disiplin cezası/sola baktın disiplin cezası/halay çektin disiplin cezası/şüpheli biçimde karnını tuttun disiplin cezası” sarmalı içerisinde sindirilmeye, terbiye edilmeye çalışıldı.
Bu, YÖK’ün baskı hâli…
YÖK’ün ikinci hâli, “milliyetçilik hâli”dir. Biliniyor; Yüksek Öğrenim Kanunu’nun dördüncü maddesi, kurumun kuruluş gerekçesini açıklarken amacın, “Atatürk İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu, Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getiren, vs.” bir yükseköğrenim gençliği yetiştirmek olduğu belirtilir. Bu amaç kısa sürede tüm üniversite kuruluşlarının ruhuna nüfuz etmiş, üniversiteler, hiç de üzerlerine vazife olmamakla birlikte, milliyetçilikte TSK ile yarışır hâle getirilmiştir. Böylelikle, amfilerde Kürt öğrencilerin anadile ilişkin meşru talepleri en ağır cezalara hedef kılınır, Kürtlerin kampüs içerisinde güvenlik-istihbarat birimlerinin takibine terk edilir, hatta üniversite yönetimleri bu konuda emniyetle işbirliği yaparken, üniversiteler uzun süre bu topraklarda “Kürt” diye bir şeyin olmadığını, kendilerini Kürt sanan yurttaşların “Acemleşmiş Türkler” olduğunu “bilimsel olarak” ispata çalıştı.
Bu yetmedi, yerel canlı türlerinin adları bile bilim insanları eliyle “Türkleştirildi”.
Akademisyenler soykırım konusunda devletin resmî tezlerinden yana tavır almaya zorlandı.
Bu YÖK’ün “milliyetçi hâli”ydi.
YÖK’ün üçüncü hâli “laiklik hâli”dir.
28 Şubat süreciyle birlikte, “üniversite gençliğini denetim altında tutacağız” diye dindar muhafazakârlık dozajının fazla kaçırıldığı, “Türk-İslâm sentezcisi” kadroların “İslâmî” yönü ağır basanlarının, başta taşra üniversiteleri olmak üzere büyük bir hızla yayıldığı görüldükten sonradır ki, başörtülü kızlar kampüslere sokulmamaya, disiplin soruşturmalarına hedef olmaya, tarikatçı kadroların bir kısmı üniversitelerden budanmaya başladı.
İmam Hatip’lilerin kendi branşları dışındaki alanlara girmesini engelleyecek katsayı düzenlemelerine gidildi.
Her 29 Ekim, her 10 Kasım, velhasıl her vesileyle akademisyenlerin cübbelerini kapıp Anıtkabir’de saf tutması beklenir oldu.
Ama YÖK’ün “laik hâli” fazla uzun sürmedi.
AKP’nin iktidara gelmesi, özellikle de Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanlığına atanmasıyla birlikte, YÖK’ün “dinci hâli”ne geçtik.
Aynı despotik yöntemler bu kez üniversitelerin “cemaat/tarikat” kıskacına alınması yönünde kullanılır oldu.
İHL’lilerin ilahiyat dışı branşlara girmesini engelleyen katsayı uygulaması kaldırıldı.
Yalnız taşra değil, merkez üniversitelerinde dahi (Yıldız Teknik, Gazi Üniversiteleri) cemaat/tarikat üyesi akademisyenler göreve getirilir, hızla yükseltilirken, muhalif-sol öğretim elemanlarına yönelik bir tasfiye süreci yürütülmekte.
Ömrünü tüm canlıları Tanrı’nın yarattığını, Darwin’in ise Siyonist komplonun ajanı olduğunu ispata adamış biyoloji profesörleri, öğrencilerine Emine Işınsu’dan başkasını okumayı yasaklayan sosyoloji hocaları doldurdu bölüm koridorlarını.
Roma hukuku Hukuk fakülteleri müfredatından kaldırıldı.
Bu da YÖK’ün “dincilik hâli”.
Görüldüğü gibi bu hâller, bazen biri, bazen de diğeri öne çıkmak üzere, birbirine eklemlenerek bu güne dek süregeldiler.
Ama YÖK’ün bir “beşinci hâl”i var ki, o kurulduğundan bu yana hiç değişmedi.
“Piyasacı hâli”nden söz ediyorum.
Hatırlayın kurucusunun ilk icraatlerinden biri, içinden çıkılmaz hâle getirdiği kamu üniversiteleri sisteminin karşısında “Vakıf üniversiteleri”nin kurulmasına olanak sağlamak olmuştu.
Emeklilik yaşamını ise, kurduğu vakıf üniversitesinin rektörü olarak geçirdi. Görevden ayrıldığında terini oğluna bırakmak kaydıyla…
Üniversiteler YÖK’ün kurulduğundan bu yana, bir yandan iç hizmetlerinin (yurtlar, temizlik, kafeteryalar, ulaşım, bilişim hizmetleri vb.) özelleştirilmesi ve her yıl zamlanan harçlar aracılığıyla paralı hâle getirilirken, bir yandan da serbest piyasa ekonomisinin, bir başka deyişle neo-liberalizmin mantığına teslim ediliyor.
Kamu üniversitelerine bütçeden ayrılan pay yüzde 1’lerde sabitlenirken, sayıları her geçen yıl artan üniversiteler ise kendi kaynaklarını yaratmaya yönlendiriliyor.
“Kaynak yaratma” ise, üniversitenin eleman ve teknik olanaklarını özel sektörün hizmetine sunmasının öteki adı.
Böylelikle, “Üniversite-Sanayi İşbirliği” gibi süslü bir ad altında, üniversiteler özel sektörün AR-GE kuruluşlarına dönüştürülmekte.
Bu süreç yeni (AKP’ci) YÖK yönetimiyle birlikte öyle bir raddeye vardı ki, Bologna süreci kisvesiyle üniversitelerin, giderek kentin iş adamı, tüccar örgütleri, meslek odalarının temsilcileriyle yerel yöneticiler eliyle yönetilmesine zemin hazırlayan bir yasa tasarısı meclise sevk edildi.
Evet, artık üniversiteler tıpkı bankalar, şirketler gibi yönetiliyor.
Bakın, dilimiz bile değişti.
Eskiden bir öğrencinin mezun olması için belirli saat dersi tamamlaması gerekiyordu. Şimdiyse “kredi” doldurması gerekiyor.
Öğretim elemanlarının atama ve akademik yükseltmeleri, Standard&Poor’s işlevi gören, ABD merkezli uluslar arası endeksli yayın organlarında makale yayınlamalarına bağlandı. “Performansa” bağlı “maaş + prim” şeklinde bir ücretlendirme tasarısı kapıda.
Üniversiteler, “vizyon” ve “misyon”larını saptayıp her yıl öngörülen hedeflerin ne kadarını yerine getirdiklerine ilişkin bir özdeğerlendirme toplantıları düzenlemeye başladı: tıpkı şirket genel kurulları gibi.
“Bilim”, “kamu yararı”, “düşünce ve ifade özgürlüğü” gibi kavramlar giderek çıkartılıyor üniversite dilinden.
Bunun yerine, “toplam kalite yönetimi”, “rekabet”, “şeffaflık”, “yönetişim”, “paydaş katılımı”, “müşteri memnuniyeti” gibi kavramlarla düşünmeye başlıyoruz.
Piyasanın dili hepimizi, herkesi kapsayacak tarzda yayılıyor.
Evet, bugün özgürleştirici ve kamusal bir alan olarak bilimi savunmak, YÖK’ün beş hâline karşı mücadeleyi gerektiriyor.
Baskıcılığa, “öteki”ni bastırmaya yönelik milliyetçiliğe, üniversitelerin tarikat/cemaat kıskacına alınmasına, militan Atatürkçülüğün ceberutluğuna boyun eğmesine ve piyasanın her şeyi temellük eden tasallutuna karşı özgür bilimi savunmalıyız.
Bu, zorlu bir mücadele.
Zorlu olduğu ölçüde zorunlu…
Çünkü bu siz, biz, hepimiz için insan olabilme, insan kalabilme mücadelesi.
Devlet ceberutluğuna; Şöven isteriye; Tarikat/cemaat simsarlarına, ve piyasa çemberine teslim olmama; İnsana özgü yaratıcılığa sahip çıkabilme mücadelesi.

Bu yolda, yolumuz açık olsun, diyorum.

N O T L A R
[1] Özgür Eğitim Platformu (ÖEP) 8. Kurultayı’nda (Ankara, 25 Ekim 2009) yapılan konuşmanın metni… Esmer, No:57/12, Aralık 2009…
[2] Andre Suares.
[3] YÖK, eğitim konularında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Sibel Özbudun, Temel Demirer, Eğitim, Üniversite, YÖK ve Aydın(lar), Ankara, Ütopya Yayınları, 2006; Sibel Özbudun, Temel Demirer, Kuşatmayı Yarmak: Eğitim, Bilim ve Aydınlar, İstanbul, Kaldıraç Yayınevi, 2009.

1 yorum:

genç asistan dedi ki...

paylaşım için teşekkürler +rep

Yorum Gönder