ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU
06.03.2009 evrensel
12 Eylül darbesini en güçlü hisseden kurumların başında üniversiteler gelir. Darbecilerin üniversiteyi öncelikli hedef alması elbette tesadüf değildir. Zira üniversiteler, 12 Eylül darbesinin temel amacı olan Türkiye’de neoliberalizmin hakim kılınmasında en önemli köşe taşıdır. Üniversiteler bu dönüşüme “ikna” edilmeden diğer kurumların ve toplumsal yapının dönüşmesi son derece zor ve hatta imkansızdır.
Üniversitede neoliberal dönüşümü sağlamaya yönelik ilk adım, üniversite üzerinde baskı kurmak olmuştur. Bu baskı ortamı içersinde öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer üniversite emekçileri ya üniversiteden uzaklaştırılmış ya da uzaklaştırılma tehdidi ile sindirilmiştir. Bu sayede üniversitede kışla düzenini aratmayacak düzeyde bir hiyerarşik yapı oluşturulmuş ve bu yapı öğretim üyesinden asistana, teknik personelden idari personele ve öğrenciye kadar tüm üniversite emekçileri arasında suni bir kopuşa yol açmıştır. Bu hiyerarşik düzenin üst kademelerinde kendilerine yer bulanların önemli bir kısmı bu düzeni içselleştirmiş ve diğer kademelerdeki emekçilerin üzerinde tahakküm kurma çabasına girişmiştir. Böylece bir taraftan üniversite içerisinde bilimsel faaliyetin olmazsa olmaz kuralı olan özgürlük ortamı kaybolmuş, diğer taraftan da bilim emekçileri arasında yaratılan ayrışma sayesinde neoliberal dönüşüme karşı direnç önemli ölçüde kırılmıştır.
Neoliberal dönüşümün üniversitedeki yansıması, üniversitede yürütülen faaliyetlerin piyasalaşması (diğer kamu hizmeti alanlarında da olduğu gibi) yani, kâr-zarar hesabı üzerinden gerçekleştirilmesini öngörmektedir. Buna göre üniversite, ürettiği ve sunduğu bilgi üzerinden en yüksek kârı elde etmeyi hedefleyecektir. Dolayısıyla, üniversite eğitimi paralı olacak ve üniversitelerde gerçekleşen diğer bilimsel faaliyetler de projeler yoluyla piyasaya sunulacaktır. Üniversitenin piyasalaşması bir taraftan üniversitenin toplumdan kopup, sermayenin hizmetine girmesini sağlarken, diğer taraftan da üniversitedeki çalışma koşullarının ve istihdam biçimlerinin de piyasa koşullarına göre gerçekleşmesine yol açacaktır.
Neoliberal dönüşüm sürecinde üniversitenin piyasalaşmasına yönelik uygulamalar YÖK düzeni içinde geçen 28 yılda önemli yol kat etmiştir. Vakıf üniversitesi adı altında özel üniversiteler kurulmuş, kamu üniversitelerinde ikinci öğretim, tezsiz yüksek lisans, yaz okulları ve sertifika programları ile eğitim-öğretim faaliyetleri paralı hale getirilmiştir. Öte yandan, üniversite-sanayi işbirliği, teknopark ve her düzeydeki projelerle üniversite, bilimsel faaliyetleri üniversiteye gelir sağlama faaliyeti olarak görülmeye başlanmıştır.
Üniversitelerin piyasalaşma süreci içerisinde üniversite emekçileri de maliyet unsuru olarak görülmeye başlanmış ve üniversitede esnekliğin hakim çalışma yöntemi olması hedeflenmiştir. Bu bağlamda, yemekhane ve temizlik işleri taşeronlara verilmeye başlanmış; kütüphane, bilgi işlem gibi alanlarda da ucuz işgücü olarak öğrenci istihdamı yaygınlaşmıştır.
YÖK düzeni içerisinde yaratılan hiyerarşik yapının altında yer alan kesimlerden başlayan esneklik uygulamalarında sıra araştırma görevlilerine gelmiştir. 2547 sayılı YÖK yasasının 50/d maddesine göre çalıştırılan araştırma görevlileri, burslu öğrenci statüsünde sayılarak iş güvenceleri ortadan kaldırılmıştır.
Bologna Süreci ve Lizbon Bildirgesi çerçevesinde sürdürülmekte olan neoliberal dönüşüm sürecinde esnek çalışmaya tabi olma ve iş güvencesini kaybetme sırası hiyerarşinin üst kademelerine doğru ilerlemektedir. Bu bağlamda kısa bir süre içerisinde tüm öğretim üyelerinin ücret ve istidam koşulları, gerçekleştirdikleri projelerle ilişkilendirilecek ve bu sürece uyum sağlayamayan öğretim üyeleri de işlerini kaybedecektir.
Sözün özü: Üniversite emekçileri arasında yaratılmış olan suni ayrışma hem üniversiteye hem de üniversite emekçilerine zarar vermektedir. Biran önce bu suni ayrışmaya son verilip üniversitedeki tüm emekçilerin bir araya gelerek mücadele yürütmesi gerekmektedir.
06.03.2009 evrensel
12 Eylül darbesini en güçlü hisseden kurumların başında üniversiteler gelir. Darbecilerin üniversiteyi öncelikli hedef alması elbette tesadüf değildir. Zira üniversiteler, 12 Eylül darbesinin temel amacı olan Türkiye’de neoliberalizmin hakim kılınmasında en önemli köşe taşıdır. Üniversiteler bu dönüşüme “ikna” edilmeden diğer kurumların ve toplumsal yapının dönüşmesi son derece zor ve hatta imkansızdır.
Üniversitede neoliberal dönüşümü sağlamaya yönelik ilk adım, üniversite üzerinde baskı kurmak olmuştur. Bu baskı ortamı içersinde öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer üniversite emekçileri ya üniversiteden uzaklaştırılmış ya da uzaklaştırılma tehdidi ile sindirilmiştir. Bu sayede üniversitede kışla düzenini aratmayacak düzeyde bir hiyerarşik yapı oluşturulmuş ve bu yapı öğretim üyesinden asistana, teknik personelden idari personele ve öğrenciye kadar tüm üniversite emekçileri arasında suni bir kopuşa yol açmıştır. Bu hiyerarşik düzenin üst kademelerinde kendilerine yer bulanların önemli bir kısmı bu düzeni içselleştirmiş ve diğer kademelerdeki emekçilerin üzerinde tahakküm kurma çabasına girişmiştir. Böylece bir taraftan üniversite içerisinde bilimsel faaliyetin olmazsa olmaz kuralı olan özgürlük ortamı kaybolmuş, diğer taraftan da bilim emekçileri arasında yaratılan ayrışma sayesinde neoliberal dönüşüme karşı direnç önemli ölçüde kırılmıştır.
Neoliberal dönüşümün üniversitedeki yansıması, üniversitede yürütülen faaliyetlerin piyasalaşması (diğer kamu hizmeti alanlarında da olduğu gibi) yani, kâr-zarar hesabı üzerinden gerçekleştirilmesini öngörmektedir. Buna göre üniversite, ürettiği ve sunduğu bilgi üzerinden en yüksek kârı elde etmeyi hedefleyecektir. Dolayısıyla, üniversite eğitimi paralı olacak ve üniversitelerde gerçekleşen diğer bilimsel faaliyetler de projeler yoluyla piyasaya sunulacaktır. Üniversitenin piyasalaşması bir taraftan üniversitenin toplumdan kopup, sermayenin hizmetine girmesini sağlarken, diğer taraftan da üniversitedeki çalışma koşullarının ve istihdam biçimlerinin de piyasa koşullarına göre gerçekleşmesine yol açacaktır.
Neoliberal dönüşüm sürecinde üniversitenin piyasalaşmasına yönelik uygulamalar YÖK düzeni içinde geçen 28 yılda önemli yol kat etmiştir. Vakıf üniversitesi adı altında özel üniversiteler kurulmuş, kamu üniversitelerinde ikinci öğretim, tezsiz yüksek lisans, yaz okulları ve sertifika programları ile eğitim-öğretim faaliyetleri paralı hale getirilmiştir. Öte yandan, üniversite-sanayi işbirliği, teknopark ve her düzeydeki projelerle üniversite, bilimsel faaliyetleri üniversiteye gelir sağlama faaliyeti olarak görülmeye başlanmıştır.
Üniversitelerin piyasalaşma süreci içerisinde üniversite emekçileri de maliyet unsuru olarak görülmeye başlanmış ve üniversitede esnekliğin hakim çalışma yöntemi olması hedeflenmiştir. Bu bağlamda, yemekhane ve temizlik işleri taşeronlara verilmeye başlanmış; kütüphane, bilgi işlem gibi alanlarda da ucuz işgücü olarak öğrenci istihdamı yaygınlaşmıştır.
YÖK düzeni içerisinde yaratılan hiyerarşik yapının altında yer alan kesimlerden başlayan esneklik uygulamalarında sıra araştırma görevlilerine gelmiştir. 2547 sayılı YÖK yasasının 50/d maddesine göre çalıştırılan araştırma görevlileri, burslu öğrenci statüsünde sayılarak iş güvenceleri ortadan kaldırılmıştır.
Bologna Süreci ve Lizbon Bildirgesi çerçevesinde sürdürülmekte olan neoliberal dönüşüm sürecinde esnek çalışmaya tabi olma ve iş güvencesini kaybetme sırası hiyerarşinin üst kademelerine doğru ilerlemektedir. Bu bağlamda kısa bir süre içerisinde tüm öğretim üyelerinin ücret ve istidam koşulları, gerçekleştirdikleri projelerle ilişkilendirilecek ve bu sürece uyum sağlayamayan öğretim üyeleri de işlerini kaybedecektir.
Sözün özü: Üniversite emekçileri arasında yaratılmış olan suni ayrışma hem üniversiteye hem de üniversite emekçilerine zarar vermektedir. Biran önce bu suni ayrışmaya son verilip üniversitedeki tüm emekçilerin bir araya gelerek mücadele yürütmesi gerekmektedir.
0 yorum:
Yorum Gönder