AYDIN ARI
Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelen üniversite asistanları bugün YÖK önünde bir protesto eylemi yapıyor.
En temelde doktora sonrası işsizlik tehdidi ve güvenceli çalışma talebinin dile getirildiği bu hareketlilik ve eylem aslında yeni değil. Tüm bir yükseköğretim sisteminin yıllardır biriktirdiği yumak olmuş sorunlarının küçük bir parçası. Bu eylemler tek bir talep ekseninde özetlenecek olursa 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun 50/d maddesinin ilga edilmesi ve asistanların 33/a maddesi uyarınca istihdam edilmesi olarak ifade edilebilir.
Bugün üniversitelerde, tıp fakültelerindeki asistan hekimleri de dâhil edersek, yaklaşık 100 bin asistan çalışmaktadır. Her bir üniversiteye, her bir bilim alanına göre değişse de iş güvencesi yanı sıra, çok değişik ve önemleri kıyaslanamaz sorunları bulunmaktadır bu kitlenin. Asistanların görev tanımları yasal ve fiili olarak belirsizdir; pek çok idarî, akademik ve yarı akademik görevlerde aşırı ve ölçüsüz iş yükü altında ve suiistimale açık biçimde çalıştırılmakta; angaryaya varacak düzeyde özel işler için dahi kullanılmaktadırlar. Tutarlı bir ereği olmaksızın arka arkaya yapılan mevzuat değişiklikleri, her seferinde asistanların özlük haklarını törpülemekte, yükseköğretim sisteminin tüm yükü ve başarısızlıkları asistanların üzerine yıkılmaktadır.
Son on yıldır yapısal uyum politikaları, IMF anlaşmaları, AB'ye uyum süreci ile birlikte eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetler bir taraftan piyasalaştırılırken diğer yandan bu alandaki işgücünün esnekleştirilmesine hız veriliyor. Öğretmenlerin önemli bir kısmı artık geçici süreli, sözleşmeli, diğer birçok haklarından yoksun bir biçimde istihdam ediliyor. Sağlık ve sosyal güvenlikte dönüşüm de benzer biçimde o alandaki emekçilerin istihdam rejimini kuralsızlaştırdı. Kamusal hizmet üreten birçok kurum ve kuruluşta, artık taşeron firmalar aracılığıyla işçi istihdam ediliyor. Bunun adına da “hizmet alımı” deniyor. Gerekçesi ise maliyetlerin azaltılmasıdır. Kamu, açıkça kendisi istihdam etmek yerine taşeron firmalardan işçiler kiralıyor. Bunun adı kölelik sistemidir. Bir iktisatçı olarak böyle bir rejimi, bu maliyet ve verimlilik lafazanlıklarını öğrencilere anlatmanın hiçbir yolunu bilmiyorum. Şöyle demeliyim belki derste: “Okulu bitirince bir taşeron firmada işe gireceksiniz, kamu hizmeti üretmek üzere. Devlet firmaya işçi başına belli bir tutar ödeyecek, firma da kendi kârını ençoklayacak biçimde size bunun bir kısmını ödeyecek, kıdem tazminatı gibi haklarınız olmasın diye bir yıl dolmadan işten çıkarılıp geri alınacaksınız, sendikalaşmaya kalkmayın, işinize son verilir.”
Bilim emekçileri olarak asistanlar için de benzer bir sistem tasarlanmaktadır. Örnekleri için vakıf üniversitelerinde çalışan asistanlara bakabilirsiniz. En ağır koşullarda, en düşük ücretlerle çalıştırılırlar; ancak 11 aylık sözleşmeler imzalatılır ki bir takım hakları oluşmasın. Herhangi bir hak arama çabası anında işten çıkarma ile sonuçlanır. Kamu üniversitelerinde asistanlar için burslu öğrenci pozisyonu, yani 50/d tarif edilirken bundan esinlenilmektedir. 50/d maddesi, asistanlığı doktora süresi ile sınırlandırmaktadır. YÖK yasasına dâhil edilirken istisnai durumlar göz önünde bulundurulmuştu. Şimdi kural haline getirilmek istenmektedir.
İşleyişte 50/d'li bir asistan ile 33/a'lı arasında bir fark bulunmamaktadır. Hangi maddeden olursa olsun tüm asistanlar aynı işi yapmaktadırlar, aynı özlük haklarına sahiptirler, aynı disiplin yönetmeliğine, aynı yeniden atama kriterlerine tâbidirler, aynı ücreti almaktadırlar, aynı yetki ve sorumluluklara sahiptirler, aynı amaçla istihdam edilmektedirler.
Bugün Avrupa Yüksek Öğretimine uyum için telaffuz edilen Bologna süreci, Yüksek Öğretim kurumlarının özerkliği ve akademik özgürlük üzerine Lima bildirgesini dahi unutturmuş görünmektedir. Buna göre “akademik özgürlük, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir.”
50/d maddesi asistanların icazetsiz, tahakkümsüz, bağımsız bilimciler olmalarının önündeki en büyük engeldir. Üniversitelerin bugün içinde bulunduğu sıkıntıların/sorunlar yumağının sorumlusu fedakârca çalışan asistanlar değildir. Bu sorunların çözümü asistanların iş güvencesiz çalıştırılması da değildir. Bu sorunlara müdahale etmeyi arzulayan akademinin ilk adımı, başta öğretim üyeleri olmak üzere tüm üniversite emekçileriyle asistanların iş güvencesine sahip çıkmak olmalıdır. Bu koşullarda taleplerimiz açıktır: Tüm üniversite çalışanlarına koşulsuz iş güvencesi ve 50/d maddesinin yasadan çıkarılması!
Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelen üniversite asistanları bugün YÖK önünde bir protesto eylemi yapıyor.
En temelde doktora sonrası işsizlik tehdidi ve güvenceli çalışma talebinin dile getirildiği bu hareketlilik ve eylem aslında yeni değil. Tüm bir yükseköğretim sisteminin yıllardır biriktirdiği yumak olmuş sorunlarının küçük bir parçası. Bu eylemler tek bir talep ekseninde özetlenecek olursa 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun 50/d maddesinin ilga edilmesi ve asistanların 33/a maddesi uyarınca istihdam edilmesi olarak ifade edilebilir.
Bugün üniversitelerde, tıp fakültelerindeki asistan hekimleri de dâhil edersek, yaklaşık 100 bin asistan çalışmaktadır. Her bir üniversiteye, her bir bilim alanına göre değişse de iş güvencesi yanı sıra, çok değişik ve önemleri kıyaslanamaz sorunları bulunmaktadır bu kitlenin. Asistanların görev tanımları yasal ve fiili olarak belirsizdir; pek çok idarî, akademik ve yarı akademik görevlerde aşırı ve ölçüsüz iş yükü altında ve suiistimale açık biçimde çalıştırılmakta; angaryaya varacak düzeyde özel işler için dahi kullanılmaktadırlar. Tutarlı bir ereği olmaksızın arka arkaya yapılan mevzuat değişiklikleri, her seferinde asistanların özlük haklarını törpülemekte, yükseköğretim sisteminin tüm yükü ve başarısızlıkları asistanların üzerine yıkılmaktadır.
Son on yıldır yapısal uyum politikaları, IMF anlaşmaları, AB'ye uyum süreci ile birlikte eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetler bir taraftan piyasalaştırılırken diğer yandan bu alandaki işgücünün esnekleştirilmesine hız veriliyor. Öğretmenlerin önemli bir kısmı artık geçici süreli, sözleşmeli, diğer birçok haklarından yoksun bir biçimde istihdam ediliyor. Sağlık ve sosyal güvenlikte dönüşüm de benzer biçimde o alandaki emekçilerin istihdam rejimini kuralsızlaştırdı. Kamusal hizmet üreten birçok kurum ve kuruluşta, artık taşeron firmalar aracılığıyla işçi istihdam ediliyor. Bunun adına da “hizmet alımı” deniyor. Gerekçesi ise maliyetlerin azaltılmasıdır. Kamu, açıkça kendisi istihdam etmek yerine taşeron firmalardan işçiler kiralıyor. Bunun adı kölelik sistemidir. Bir iktisatçı olarak böyle bir rejimi, bu maliyet ve verimlilik lafazanlıklarını öğrencilere anlatmanın hiçbir yolunu bilmiyorum. Şöyle demeliyim belki derste: “Okulu bitirince bir taşeron firmada işe gireceksiniz, kamu hizmeti üretmek üzere. Devlet firmaya işçi başına belli bir tutar ödeyecek, firma da kendi kârını ençoklayacak biçimde size bunun bir kısmını ödeyecek, kıdem tazminatı gibi haklarınız olmasın diye bir yıl dolmadan işten çıkarılıp geri alınacaksınız, sendikalaşmaya kalkmayın, işinize son verilir.”
Bilim emekçileri olarak asistanlar için de benzer bir sistem tasarlanmaktadır. Örnekleri için vakıf üniversitelerinde çalışan asistanlara bakabilirsiniz. En ağır koşullarda, en düşük ücretlerle çalıştırılırlar; ancak 11 aylık sözleşmeler imzalatılır ki bir takım hakları oluşmasın. Herhangi bir hak arama çabası anında işten çıkarma ile sonuçlanır. Kamu üniversitelerinde asistanlar için burslu öğrenci pozisyonu, yani 50/d tarif edilirken bundan esinlenilmektedir. 50/d maddesi, asistanlığı doktora süresi ile sınırlandırmaktadır. YÖK yasasına dâhil edilirken istisnai durumlar göz önünde bulundurulmuştu. Şimdi kural haline getirilmek istenmektedir.
İşleyişte 50/d'li bir asistan ile 33/a'lı arasında bir fark bulunmamaktadır. Hangi maddeden olursa olsun tüm asistanlar aynı işi yapmaktadırlar, aynı özlük haklarına sahiptirler, aynı disiplin yönetmeliğine, aynı yeniden atama kriterlerine tâbidirler, aynı ücreti almaktadırlar, aynı yetki ve sorumluluklara sahiptirler, aynı amaçla istihdam edilmektedirler.
Bugün Avrupa Yüksek Öğretimine uyum için telaffuz edilen Bologna süreci, Yüksek Öğretim kurumlarının özerkliği ve akademik özgürlük üzerine Lima bildirgesini dahi unutturmuş görünmektedir. Buna göre “akademik özgürlük, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir.”
50/d maddesi asistanların icazetsiz, tahakkümsüz, bağımsız bilimciler olmalarının önündeki en büyük engeldir. Üniversitelerin bugün içinde bulunduğu sıkıntıların/sorunlar yumağının sorumlusu fedakârca çalışan asistanlar değildir. Bu sorunların çözümü asistanların iş güvencesiz çalıştırılması da değildir. Bu sorunlara müdahale etmeyi arzulayan akademinin ilk adımı, başta öğretim üyeleri olmak üzere tüm üniversite emekçileriyle asistanların iş güvencesine sahip çıkmak olmalıdır. Bu koşullarda taleplerimiz açıktır: Tüm üniversite çalışanlarına koşulsuz iş güvencesi ve 50/d maddesinin yasadan çıkarılması!
0 yorum:
Yorum Gönder