14/03/2009 evrensel
MURAT BİRDAL
İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinin yaklaşık iki yıldır iş güvencesi talebiyle sürdürmekte oldukları eylemlilik sürecini fırsat buldukça sizlerle paylaştık. Son eylemlerle birlikte görülen o ki, İÜ’den yayılan bu haykırış diğer üniversitelerde de yankı bulmuş ve ülkenin farklı köşelerinde gelecek kaygısıyla akademik çalışmalarını sürdürmeye çabalayan asistanlar aynı talepler etrafında bir araya gelmeye başlıyorlar.
İÜ’de araştırma görevlileri yaklaşık on yılı aşkın bir süredir ağırlıklı olarak YÖK kanunun 50d maddesi uyarınca istihdam ediliyorlar. 33.madde altında istihdam edilen ve gerekli akademik kriterleri doldurduğu sürece yükselme yolu açık olan asistanların aksine doktora çalışmalarının bitiminde bu asistanların üniversiteyle ilişikleri kesiliyor. 50d maddesi ile asistan alımı yeni bir şey değil, geçmişte de enstitüler bu madde altında kısıtlı sayıda asistan alımı yapar ve bu asistanlar doktoralarının bitiminden hemen önce kalıcı kadrolara geçirilerek işten çıkarılmaları önlenirdi. Yakın geçmişte fakülteler de bu kadrolarla asistan alımına yöneltildiler ve ortaya oldukça adaletsiz bir tablo çıktı. Aynı kuruma bağlı, aynı görevleri yerine getiren asistanların bir kısmı kadrosu nedeniyle iş güvencesinden mahrum, burslu öğrenci statüsünde istihdam edilmekteydiler. 50d altında alımların ilk yaygınlaştığı yıllarda bu uygulamaya karşı tepkiler dile getirildi. Ne var ki, birçoklarımızın içinde bulunduğu büyük asistan kitlesinin daha güvenceli 33.madde altında istihdam edilmesi ve 50d uyarınca alınan asistanların doktora bitimi öncesinde 33’e geçirilerek işten çıkarılmalarının önlenmesi bu tepkileri cılızlaştırdı. Tıpkı yakın zamana değin hocalarının “sen sesini çıkarma, bir yolunu buluruz” telkinlerine güvenerek geride durmayı tercih eden bazı asistanlar gibi bizler de uygulamada yaratılan çözümlerin rehavetine kapıldık. Oysaki 50d tehdidi Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanmaktaydı. Bu rehavet bizleri 50d uygulamasının tüm üniversitelerde yaygınlaştığı ve sistem içerisinde çözüm yollarının tıkandığı bir tablo ile karşı karşıya bıraktı. Kısacası o dönemin “güvenceli” asistanlarının ihmalinin faturası bugünün asistanlarına çıktı.
Bugün varılan noktada tezini bitirmesi dolayısıyla ilişiği kesilmek istenen asistanların durumu henüz belirsizliğini korurken yeniden sistem içerisinde çözümler üretilebileceği konuşuluyor. İşten çıkarmaların şimdilik önlenmesi kısa vadede önemli bir kazanım olmakla birlikte, uzun vadede sorunu ertelemekten öte bir önem taşımamaktadır. 31 Temmuz yönetmeliği öncesindeki uygulamaya dönülse dahi, 50d kadrosunun varlık sebebinin gelecek kaygısı altında politik dengeleri gözeterek bilimsel üretime zorlanan bir akademi yaratmak olduğu unutulmamalıdır. Bu kadro altında asistan alımı sürdükçe bugün yaratılan çözümler arkadan gelen asistanlar açısından bir güvence teşkil etmeyecektir.
Bugün iş güvencesi üzerinden gelişen tepkinin ve tartışmaların yüksek öğrenim sisteminin genel ve yapısal sorunlarını da kapsayacak bir yöne evrilmesi kalıcı bir çözüme varılması açısından büyük önem taşımaktadır. Yaygınlaşan 50d uygulamasının YÖK tarafından uygulamaya konulan daha kapsamlı bir dönüşüm politikasının yalnızca bir ayağı olduğu hatırlanmalıdır. Herkesçe kabul edilen yüksek öğrenimin sorunları ve yetersizliklerinin çözümü için akademi içerisinden alternatif politikalar üretilmedikçe, YÖK’ün kamuoyu nezdinde meşruiyeti güçlenecektir.
TÜBİTAK’da yaşananlar bugün birçok üniversitemizin gerçeğidir. Bilimsel üretimi geliştirmek adına uygulandığı öne sürülen “akademik reform” siyasi iktidarın üniversiteler üzerindeki hegemonyasını daha da derinleştirecektir. Kamuoyu bilmelidir ki bugün araştırma görevlilerinin sürdürdüğü mücadele basit bir iş güvencesi talebinden öte bilimsel özgürlük mücadelesidir. Asistanlar yalnızca ama yalnızca akademik üretimleri üzerinden değerlendirilip atandıkları, akademik başarıları sonrasında kapı önüne konmayıp mesleklerini sürdürebildikleri, kısacası siyasi tercihlerin değil bilimsel tercihlerin yönlendirdiği bir akademi istiyorlar. Burada söz konusu olan yalnızca asistanların geleceği değil, akademinin, çocuklarımızın geleceğidir. Üniversiteler TÜBİTAK olmasın diyorsak, bu taleplere sahip çıkalım.
muratbirdal@gmail.com
0 yorum:
Yorum Gönder