Bilimi tercih etmek enayilik mi?

28 Şubat 2009, Cumartesi,
Abbas Güçlü Milliyet

Bilimi tercih etmek enayilik mi?
Onca yeni üniversite açıldı. Ancak, çoğu bir rektör ve bir mühürden ibaret. Binalar bulundu, donanım öyle ya da böyle sağlandı. Öğretim üyesine duyulan ihtiyaç ise had safhada. İşte tam da böyle bir ortamda YÖK’ün aldığı karar, akıllara durgunluk verecek cinsten. Fazla söze de hacet yok. Söz bu yola baş koyanlarda:
“Çok yakın bir zamanda doktora öğretimini tamamlamış binlerce araştırma görevlisi işsiz kalabilir. Bizler, ortalama 8-9 yıl önce çeşitli sınavlardan başarıyla geçip, araştırma görevlisi olarak üniversitelerde akademik hayatımıza başladık.

Bu süreç içerisinde bir taraftan lisansüstü-doktora programlarında öğrenci olarak birebir bilimsel araştırmalara katılıp kendimizi uzmanlık alanlarımızda geliştirirken, diğer yandan ileriki akademik yaşantımıza hazırlık olarak, bölümlerimiz için lisans öğrencilerinin ders ve laboratuar uygulamaları, sınavlarda gözetmenlik gibi birçok görevde bulunduk.

Ancak, bizler şu anda inanılması ve kabullenmesi çok zor bir durum içerisindeyiz. YÖK tarafından doktoralarımızın bitmesiyle birlikte 2547 sayılı kanunun 50-d maddesi uyarınca görevlerimize son verilmektedir.
Bundan (Temmuz 2008’e kadar) uygulamadan bahsetmek gerekirse, 50-d maddesince görev yapan araştırma görevlileri doktora tezlerini ilgili enstitüye teslim etmeden önce rektörlüğe yazılı olarak, öğrenci olma şartının gerekmediği araştırma görevlisi kadrosu olan 33-a kadrosuna başvuruda bulunuyorlardı.

Rektörlükler, kişinin, çalıştığı bölümünde herhangi bir probleminin olup olmadığını dikkate alarak 33-a kadrosuna geçiş sağlıyordu. Belirtmek istiyoruz ki bu süreçte araştırma görevliliğinden çıkarılan kişi sayısı üniversitemizde 5’i geçmedi, yani kadrosu 33-a ya geçirilmeyen olmadı diyebiliriz. Hatta bazı durumlarda, bazı araştırma görevlileri herhangi bir kriter olmadan doğrudan 33-a kadrosuyla çalışmaya başladı.

Bu durumun nedenini hocalarımıza sorduğumuzda, ‘Nasıl olsa sizler de 33-a kadrosuna geçirileceksiniz, bu konuyu dert etmeyin ve sizler iyi birer bilim adamı olmak üzere çalışmalarınıza devam edin ve bölümünüzün sizlere verdiği tüm görevleri eksiksiz olarak yapın‘ şeklinde telkinlerde bulunuldu.

Bizler de devam eden süreçte kadro problemi olmadığı ve kişisel eksiklikler hissetmediğimiz için 50d-33a farkının bir probleme sebep olacağını düşünmedik ve hiçbir itirazda bulunmadık.
Fakat bugün geldiğimiz noktada, hayatımızın en verimli 10 yılını bu mesleğe harcadığımız ve akademik hayatımızın son bulacağı günü beklemekten şu anda yaptığımız bilimsel çalışmalara tam olarak adapte olamamakta ve sonraki dönemde yaşayacağımız maddi ve manevi sıkıntıları düşündüğümüz için psikolojik olarak çökmüş durumdayız.

Düşünüyoruz da, hayallerimizin peşinden gitmeyip, üniversiteden mezun olunca herhangi bir firmada çalışmaya başlasaydık bugün en az 10 yıllık bir tecrübemiz olacaktı. İşten çıkarılsak dahi yeni bir iş bulabilme konusunda kendimize güvenimiz ve yeterliliğimiz olacaktı. Hatta alacağımız tazminatla bir süre geçimimizi sağlayabilecek ve bir sonraki döneme en azından maddi problemsiz geçiş yapabilecektik.

Ancak gelin görün ki, bizler Türkiye’de verilebilecek en zor, en cesur belki en tehlikeli kararı verdik. Akademisyen olduk.

Şu durumda bizler var olan tecrübemizle ders anlatmak, uzmanlık alanlarımızda bilimsel araştırma yapmak dışında piyasadaki herhangi bir şirketin ihtiyacına cevap verecek tecrübe ve donanımda değiliz. Yani akademik kariyer dışında hayatta kalabilmek, başarabilmek ve çalışmak için yapabileceğimiz hiçbir iş bulunmamaktadır.

Ayrıca öğretim kanununun 50-d maddesince kadrolu olduğumuz için kurumlar arası geçiş hakkımız bile bulunmamaktadır.
Kısacası, bize diyorlar ki, doktoranızı bitirdiniz, ne yaparsanız yapın...

Üniversite yönetimimiz bu sorunumuzla yakından ilgilenmekte, YÖK ile görüşmelerde bulunmakta ancak yeterli çözümler üretememektedir.”

Özetin özeti: Bozmaktan, küstürmekten, kovmaktan daha kolayı yok. Peki, iktidar ya da YÖK olarak siz ne yaptınız?..


1 Mart 2009, Pazar
Abbas Güçlü Milliyet
Bilimi tercih etmek enayilik mi? (2)

Araştırma görevlilerinin içine düştükleri kaosu, dün kendi ağızlarından dile getirmiştik. Durumları hiç de iç açıcı değil. Büyük bir moral çöküntüsü içindeler. Gelecekten umutsuzlar. Başta devlet olmak üzere, tüm kişi ve kurumlara olan güvenlerini yitirmek üzereler.
Peki YÖK’ün attığı bu adım, kurbağayı ürkütmeye değdi mi? Bunu zaman gösterecek. Ama ilk gelen duyumlar, YÖK’ün de ne yaptığını bilmediği yönünde.
Asistanların içine düştüğü duruma yönelik olarak dünyanın dört bir yanından mail yağıyor. Onlar da daha önce benzeri oldu bittilerle karşı karşıya kalmış ve son çareyi yurt dışına gitmekte bulmuşlar. Kimileri, kendinizi daha fazla yıpratmayın, atlayın uçağa kalkın gelin buralara derken, kimileri de biraz daha bekleyelim bakalım ne olacak değerlendirmesi yapıyor. İşte bu konuda iki çarpıcı yorum:

Destekliyorum. Çünkü...
“En son olarak şunu da belirteyim: Hükümetin böyle bir hamle ile mevcut kadroları dağıtıp kendi yandaşlarını yerleştirmek gibi bir amacı varsa üniversitelerimizin eğitim ve araştırma performansında durum, çok daha kötü bir hal alır. Bunun olmadığını ve böyle bir düzenleme ile amacın gelişmiş ülkelerdeki performansın yakalanması olduğunu umarak, bu hamleyi destekliyorum. İlginize teşekkür ederim.”

Desteklemiyorum. Çünkü...
“Araştırma görevlilerine, tüm kademeleri atlamış olmasına rağmen, kendi ülkesinde öğretim üyeliği yaptırılmamış bir insan olarak sabır diliyorum. Gene de onlar, Doçent olmadan yol ayrımına geldikleri için, zararın ya da BİLİMİN NERESİNDEN DÖNERLERSE kâr görsünler. Nede olsa “BURASI TÜRKİYE”, her şey olabilir.
Neyse üzülmesinler, İngilizce biliyorlarsa Amerika ve Kanada gibi süper ülkeler, SÜPER KALABİLMEK için onları bekliyor. Unutmasınlar ve üzülmesinler. Çünkü kendi ülkesinde Araştırma gorevlisi, Doktor ve Doçent olarak çalıştırılmış bir bilim adamı olarak, Profesörlüğü yurt dışında yaptım. Üzülmesinler, belki bu yeni karar, onlara daha güzel bir gelecek için açılacak bir kapı olabilir.”

Reform şart ama...
YÖK’ün attığı her adıma elbette karşı çıkmamak gerekir. Ama dünü dünde bırakıp alınacak günü birlik kararlar, mağduriyetin ötesinde bir şey getirmez. Kazanılmış hakların gasbı ya da gözardı edilmesi ise bugüne kadar AKP iktidarının en fazla eleştirdiği bir konuydu. Hükümetin, dün eleştirdiği uygulamaları, bugün görmezden gelmesi, YÖK konusunda çifte standart uyguladığı yorumlarını da beraberinde getiriyor. Bizden hatırlatması!..

Performansa göre maaş
Hafta içinde Drexel Üniversitesi’ni gezerken, Mühendislik Fakültesi’nin Türk Dekanı Selçuk Güçeri’ye, ABD’deki kadro ve maaş uygulamasını sordum. Bizdekinden çok farklıydı. Özellikle de maaş konusu:
“Amerikan üniversitelerinin genelinde maaşlar 9 ay üzerinden hesaplanır. Kiminde 9 ay maaş verilir kiminde de 9 aylık maaş 12’ye bölünerek verilir. Tercih edilen de budur. Çünkü ek kazanç yaratamayanların mağduriyeti söz konusu oluyor. Hocalar, 9 ayın dışında kalan üç ayda ise maaşlarını, yürüttükleri projeden alır. Projesi olmayan maaş alamaz. Dolayısıyla bu sistem herkesi üretmeye teşvik ediyor. Kadrolar da önce geçici, sonra kalıcıdır. Maaşta da, sürekli kadroya alınmada da performans çok önemlidir. Ayrıca tek tip maaş maaş yoktur. Üniversiteye kazandırdığı oranda, kendileri de kazanırlar...”
Evet, Selçuk Hoca’nın bu konuda söyledikleri, kısaca böyle. Eğer YÖK, yeni kararıyla, kaliteyi artırma ve performansı yükseltmeye yönelik bir çaba içerisindeyse elbette alkışlarız. Yok eğer, kadrolaşma peşindeyse, ki bu yönde iddialar var, işte o zaman bu konuda yazacağımız yazılar, pehlivan tefrikasına dönüşebilir.
Özetin özeti: Üniversiteleri, başka kurumlarla karıştırmamak gerekir. Aklın ve bilimin yerini yandaşlık alırsa, bunun hiç kimse bir faydası olmaz. Özellikle de ülkeye!..




0 yorum:

Yorum Gönder