Son aylarda üniversitelerde bir şeyler oluyor. İstanbul’da12 Eylül’den sonra ilk kez üniversitede asistanlar iş güvencesi talebiyle ayağa kalktı. Türkiye, üniversitelerdeki öğrenci eylemlerine yabancı değil ama hocalar uzun yıllar sonra kendi sosyal hakları için eylemde. Bu hafta İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi. İstanbul Üniversitesi Temsilciler Kurulu, İletişim Fakültesi Temsilcisi ve Basın Komitesi Üyesi Deniz Morva ile sorunlarını, nasıl örgütlendiklerini ve eylemlerini konuştuk.
»YÖK, 12 Eylül’den de geriye gidiyor
Giderek 12 Eylül’ün yarattığı üniversiteyi arar noktaya doğru itiliyoruz. 12 Eylül’ün oluşturduğu YÖK ve mevcut Anayasa üniversiteleri rektörlüklere bırakmıştı. Şimdi doğrudan YÖK yetkili hale geliyor.
»İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlileri bir dizi eylem yapıyor, sorun nedir?
Sorun bugüne ait bir sorun değil. Üniversitelerde uzun zamandan beri biriken sorunlarımız somut olarak açığa çıktı. Araştırma görevlileri yaklaşık 10 yıldır üniversite sisteminin gücünü ve otoritesini kendi üzerinde kullanmasına yeter demeye başladı.
»Sorun nereden çıktı?
Aslında 12 Eylül sonrası oluşturulan üniversite yaşamını sorgulamadan sorunları kavramak pek mümkün değil. YÖK’ü tartışmak gerek. 2547 sayılı kanundaki görev tanımımıza bakmak gerek. Bilim insanı yerine, idari işlere bakan, memurlaştırılmaya çalışılan, itaatkâr bir kitle yaratılmaya çalışılmış. 10 yıldır araştırma görevlileri iş güvencesiz çalıştırılıyor.
»Araştırma görevlilerinin iş güvencesiz çalışması, 12 Eylül sonrasının, YÖK döneminin bir uygulaması mıydı?
YÖK ile birlikte kürsü sistemine, usta-çırak ilişkisine darbe vuruldu. Ancak Ankara, İstanbul gibi üniversiteler kürsü geleneklerini devam ettiriyorlardı. YÖK, 1990’lı yılların sonunda 33/a yerine 2547 sayılı yasanın 50/d maddesinden araştırma görevlisi istihdam etmeye başladı. Bu madde aslında lisansüstü eğitim yapanların mali açıdan desteklenmelerini sağlar. Ancak 10 yıldır tek istihdam biçimi bu oldu. 50/d’nin bu şekilde uygulanması güvencesiz çalışmanın kapısını açtı. Kanunun 50/d maddesi burslu öğrenci statüsünde asistan istihdamı gibi hukuksuz bir uygulamaya kapı açıyor.
»50/d maddesi nedir?
Araştırma görevlilerinin iki ayrı statüsü var. 50/d ve 33/a. 33/a maddesi 3 yıllık sözleşmelidir. 50/d’lilerin ise sözleşmesi her yıl yenilenir. 50/d’nin en önemli sakıncası lisansüstü eğitim koşuluna bağlı olmasıdır. Kişi, eğitimini tamamladığında bu kadrodan kendiliğinden ayrılması gerekir. Bugüne kadar bu sorun, üniversitelerin gereksinimleri de düşünülerek, lisansüstü eğitimini tamamlayan araştırma görevlisinin, anabilim dalı önerisi, fakülte yönetim kurulu kararı ve Rektörlük oluru ile 33. maddeye aktarılmasıyla çözülmüştü. Biz sorunlarımızı bugüne kadar, iş güvencesi, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği olarak ortaya koyduk.
»Sorun nereden çıktı?
YÖK, 31 Temmuz 2008 tarihinde yeni bir yönetmenlik çıkardı. Bu yönetmenliğe göre bugüne kadar uygulanan sisteme müdahale etti. Tüm araştırma görevlileri 50/d’ye göre atanacak, doktora bitince de işten çıkarılacak. Kadro açılmasını işsiz olarak bekleyecek. Ayrıca YÖK bu yönetmeliğin 10 yıldır üniversitelerde çalışan 50/d’liler için de uygulanmasını istiyor. Bu kürsü sistemini tamamen ortadan kaldıracaktır. 12 Eylül’ün yıkamadığı usta-çırak ilişkisi 28 yıl sonra çıkan bu yönetmenlikle yıkılma tehlikesi altındadır.
»YÖK’ün yeni sistemi nedir?
Araştırma görevlilerini merkezi sınavla kadroya almayı öngörüyor. ALES, (Akademik Lisansüstü Eğitim Sınavı) ve KPDS (Kamu Personeli Dil Sınavı) ağırlığını artırıp, hocaların seçimini etkisiz kılmaya dönük bir sistem. Örneğin bir anabilim dalı başkanı hiç tanımadığı bir araştırma görevlisiyle, sadece sınavda yüksek puan aldığı için çalışmak durumunda kalabilecek. Üniversitenin özerklik alanı daraltılıyor. Yani matematiği iyi diye aldığı yüksek puanlı biri sosyoloji bölümüne atanabilir.
»Bütün üniversitelerde bu kapsamda çalışan araştırma görevlisi sayısı kaç?
50 D kapsamında bizim üniversitemizde yedi yüzü aşkın, Türkiye’de sanırım yedi bine yakın araştırma görevlisi var.
»YÖK’ün bu uygulaması 12 Eylül’den de mi geri?
Evet, 12 Eylül’den de geriye götürüyor, akademik yaşamı. 12 Eylül’ün yarattığı üniversiteyi arar noktaya doğru itiliyoruz. 12 Eylül’ün oluşturduğu YÖK ve mevcut Anayasa üniversiteleri rektörlüklere bırakmıştı. Şimdi doğrudan YÖK yetkili hale geliyor.
»Yeni YÖK yönetimi döneminde mi bu uygulama hız kazandı?
Evet. 31 Temmuz tarihli yönetmelik mevcut kadroları kapsamıyordu. Ancak YÖK, 26 Kasım 2008 tarihinde hukuksuz bir yürütme kurulu kararı çıkararak bizi yönetmelik kapsamına aldı.
»Bu uygulama sonucu ortaya çıkacak, işsizliğe ilişkin YÖK’ün bir önerisi var mı?
YÖK, yeni açılan üniversitelerde araştırma görevlisi ihtiyacı olduğunu, buralara gidilebileceğini söylüyor. İlişkimiz kesilecek, kadro açıldığında buralara sınavları kazandığımızda görevlendirileceğiz. Ama bu arada biz işsiz kalacağız. 10 yıldır çalışan yedi yüz insan önce işsiz kalacak sonra da bunların hepsine kadro açılacak. Bu hem oldukça zor bir şey hem de tüm kariyer planlarını çöpe atan, mağduriyet yaratan bir uygulama. Maliye Bakanlığı bu kadar kadro açmıyor, üniversitelerde bir yıl, iki yıl kadro beklenmesi olağan bir durumdur. Üç araştırma görevlisi olarak YÖK başkanı, başkan vekili ve personel daire başkanıyla görüştük. Tüm bu sıkıntıları aktardık.
»Talebiniz neydi YÖK’te?
Birincisi işten atılmada gelince burslu öğrenci olduğumuz söylendiği için bu konuyu dile getirdik. Ayrıca 33 A kapsamında çalışanlardan sorumluluk, sosyal haklar ve ücret bakımından bir farkımız yok. Emekli sandığı kesintimiz var, mesai yapıyoruz dedik. Üniversitenin kadrolu elemanı gibi çalışıyoruz. İkincisi elimizde olurları olan arkadaşlarımız var. Kadrolu olmaları rektör, dekan tarafından kabul edilmiş durumda ama yeni yönetmenlik atamalarına engel olarak sunuluyor, bu arkadaşların atamalarının yapılmasını istedik. 50 D maddesine göre asistan alınımın durdurulmasını ve maddenin kaldırılmasını talep ettik.
»Sonuç ne oldu?
YÖK topu üniversite rektörlüklerine atıyor. Ama rektörlerde YÖK’e atıyor. Biz arada kaldık.
»Bu süreçte araştırma görevlileri olarak nasıl örgütlendiniz?
Çok sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz 5 aydır. Ancak bu sürecin en önemli kazanımı örgütlü mücadele deneyimi kazanmak oldu.
»Bu noktaya gelene kadar bir dizi eylem yaptınız bunlar ne tür etkinliklerdi?
Mart 2007’de geçişler yine durdurulmuştu. Biz o dönem Eğitim Sen’de örgütlü asistan arkadaşlarla bir araya geldik. Sorunu nasıl aşabiliriz diye bir tartışma yaptık. Bir mail grubu oluşturduk. Mayıs 2007’de Eğitim-Sen 6. nolu şube olarak bir basın açıklaması yaptık. İzmir ve Ankara ile eşzamanlı. Bu uygulamanın durdurulmasını istedik. İlk eylemimiz bu oldu. Kamuoyunda dikkat çeken eylemimizle bu uygulama askıya alındı. Sonra biraz süreç tavsadı. Ama 31 Temmuz’da yeniden sorun gündem geldi. Gene önce sendikalılar olarak toplandık. Ama sonra üye olmayanlar da sürecin aktif katılımcıları oldu.
»Daha sonra ne gibi gelişmeler oldu da eylemlere yeniden başladınız?
Ekim 2008’de temmuz yönetmenliği gerekçe gösterilerek, geçişler yeniden durduruldu. Mail üzerinden iletişime geçildi. İlk toplantının ardından yeni bir örgütlenmeye gittik. Biz merkez kampüste olanlar olarak diğer fakültelere ulaşmak için bir örgütlenme oluşturulmasının gereksinimini belirledik. Diğer fakültelere de üniversite sisteminin değiştiğini, bir anlamda ‘Bologna’ sürecinin işlemeye başladığını göstermemiz gerekiyordu. Bu düzenleme basite alınabilecek bir düzenleme değildir. YÖK’ün strateji raporları, TÜSİAD raporlarına bakmak süreci anlamamızda çok önemlidir.
»Temsilciler Kurulu’nun ilk eylemi ne oldu?
6 Kasım’da kitlesel bir basın açıklaması oldu. 16 Aralık’ta Rektörlük seçimlerinin olduğu gün seçimin yapıldığı Fen Fakültesi önüne gidip basın açıklaması yaptık. En etkili eylem rektörlük devir tesliminin yapıldığı 19 Ocak günü gerçekleşti. Burada üniversite özerkliğine müdahaleye son verilmesini istedik. Bu açıklamadan 3 gün sonra 14 arkadaşımızın ilişkisi kesilecekti. Bizim için tarihi bir açıklamaydı. Aynı zamanda rektörden randevu istedik. Rektör yardımcılarıyla görüştük, sorunumuzu anlattık. Görüşme sırasında üç saat boyunca iki yüze yakın araştırma görevlisi rektörlüğün önünden ayrılmadı. Arkadaşlarımızın ilişkisinin kesilmesini durdurmayı başardık. Ama başka bir şey de yapılmadı. Bu sırada biz soruna çözüm bulmak için toplantılar, tartışmalar yapmaya devam ettik. 5 Mart’a kadar gerçek bir adım için bekledik
»5 Mart’ta ne yaptınız?
5 Mart 2009 tarihinde ‘YÖK gitsin biz kalıyoruz’ eylemini yaptık. Mesai bitiminde diğer üniversitelerden gelen arkadaşlarımla buluştuk, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde açık forum yaptık. YÖK ve rektörlükle yaptığımız görüşmeleri anlattık. Daha sonra ana kapıya çıktık. Bizi bekleyen sendika, meslek odaları, sivil toplum örgütü temsilcileriyle buluştuk. Basın açıklamasından sonra Cemil Birsel Konferans Salonu’ na gittik. Türkiye’de ilk kez araştırma görevlileri olarak üniversiteyi terk etmeme eylemi yaptık. Bizim için çok anlamlıydı. 12 Eylül’ün boğucu üniversite atmosferinden silkinmek, kendimize güvenmek açısından hepimize çok iyi geldi. Yaklaşık 600 araştırma görevlisi eyleme katıldı. Dış kapıda 1.000 civarı insan olduk. Araştırma görevlilerin büyük çoğunluğu eylemde yerini aldı.
»Hangi üniversiteler katıldı?
Yıldız Teknik, Marmara, Ankara, Uludağ, Boğaziçi, Mimar Sinan ve İTÜ’den arkadaşlar da katıldı. Diğer üniversitelerden destek mesajları geldi. Bütün üniversitelerle ilişki ve dayanışma içindeyiz. İstanbul Üniversitesi’nin öne çıkmasının nedeni, bizim hızlı örgütlenmemiz, daha çabuk harekete geçmemizdir. Ayrıca 5 Mart günü Ankara ve Uludağ üniversitelerinde de destek eylemleri yapıldı.
»Diğer üniversitelerde de sizdeki gibi benzer duyarlılık oluştu mu?
Oluşmaz mı? Bizden önce de vardı. Ege Üniversitesi’nde araştırma görevlileri bildirge yayınlamış. 9 Eylül Üniversitesi’nde davalar açılmış. Ankara’daki arkadaşların hazırladığı rapor var. Gümüldür Forumu var. Ankara’daki Asistan Girişimi bizden önce kurulmuş. Biz sadece düzenli ve sürekli bir dizi işe baş koyduk ve daha örgütlüyüz. Ama 5 Mart sonrası bizim temsilciler kurulu toplantılarına diğer üniversitelerden temsilciler katılıyor. Bizdeki gibi toplantılar yapılmaya başlandığını aktarıyorlar. Dalga dalga yayılıyor.
»Önümüzdeki dönem yapmayı planladığınız bir eylem var mı?
Baştan beri İstanbul Üniversitesi’nde, YÖK önünde bütün Türkiye’den gelen arkadaşlarla birlikte eylem yapma planımız var. Bu, diğer üniversitelerdeki araştırma görevlilerinin ortak isteği. Toplantılarımızda bunun detaylarını hep birlikte konuşmaya başladık bile.
***
Üniversitelerimiz itaatkâr
»Hocalarınızın eyleme karşı tutumu ne oldu ya da üniversitelerin özerkliğine zarar veren bu yönetmeliğe karşı çıkıyorlar mı?
Bizi destekleyen çok sayıda hocamız var, bizimle pankart taşıdılar. Onların hakkını ödeyemeyiz. Ama altı yüz asistanın yanı sıra 600 hocamız olsa bu işin rengi değişir. Türkiye toplumunun en itaatkar kesimi üniversiteler olduğu için bu haldeyiz. Bu itaatkar kesim içinde de araştırma görevlileri en alttadır. O nedenle biz bunu kırarak büyük iş başardık.
»Fransa’da iki aydır, öğrenciler, hocalar aynı gerekçeyle grevde bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa’da seksenin üstünde üniversite grevde. Aynı şey Yunanistan’da oldu. Öğrenci ve öğretim üyeleri hep birlikte eylem yaptı. Biz de bu olmuyor. Özellikle hocalarımız uzak duruyor. Fransa’da veya diğer Avrupa ülkelerinde eğitim sisteminde yapılmak istenen değişiklikler bizde de yapılıyor. Sorunumuz aynı. Biz de o büyük resmin içersindeyiz.
Çok kapsamlı dayatmalarla karşı karşıyayız. Bologna süreci, TÜSİAD Yükseköğretim Raporu ve YÖK Yükseköğretim Strateji Raporu da yaşama geçirilmek isteniyor.
Hem üniversite küresel sermayenin hizmetine sokulmaya çalışılıyor hem yönetmeliklerle üniversite özerkliği kaldırılıyor. Hem de 2012 yılında tamamlanacak Bologna süreci devam ediyor.
»Bologna süreci nedir?
Avrupa Birliği ülkelerinin üniversite sistemlerini piyasacı ve liberal bir anlayışla birbiriyle uyumlaştırma sürecidir. Aynı zamanda Amerikan modelinin üniversiteda yaratılmasıdır.
***
Katılımcılık temel ilkemiz
»Nasıl örgütleniyorsunuz?
Her fakülteden en az bir temsilci belirlenmesiyle, bir temsilciler kurulu oluşturduk. Düzenli toplantılar yapmaya başladık. Şimdi neredeyse bütün fakültelerin katılımıyla oluşan İ.Ü. Temsilciler Kurulumuz var.
»Kararları nasıl alıyorsunuz?
Temsilciler kurulu üyeleri fakültedeki önerileri kurula getiriyor, kurulda yürütülen tartışmaları fakültelere taşıyorlar. Burada karar haline geliyor. Bu kararları temsilciler kurulunda ortaklaştırıyoruz. Katılımcılık ve doğrudan demokrasi işleyişimizde temel ilkemiz işletiyoruz. Her pazartesi toplanıyor, haftalık çalışmamızı planlıyoruz.
»Eğitim-Sen dışındaki diğer sendikalarının katılım söz konusu mu eylemlere?
Eğitim-Sen’e üye olanlar ve üye olmayanlar İ.Ü. temsilciler kurulunda birlikteyiz. Diğer sendikalar kurumsal olarak kesinlikle ilgilenmiyorlar. Eğitim-Sen’den maddi ve manevi büyük destek görüyoruz. İstanbul’daki çalışmalar 6 nolu üniversiteler şubesinin desteği ile yürütülüyor. Bizim talebimiz iş güvencesi, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği. Bu da herkesin sorunudur.
»Aranızdaki iletişimi nasıl kuruyorsunuz?
Mail grubumuz ve www.anti50d.com isimli bir web sitemiz var. Bütün çalışmalarımız ve bu konuyla ilgili haberleri, fotoğrafları bu sitede topluyoruz. Diğer üniversitelerle böyle haberleşiyoruz. Herhangi bir üniversitede tek başına olan bir arkadaşımızla hukuksal dayanışmamızı bu site kanalıyla yapabiliyoruz
»YÖK, 12 Eylül’den de geriye gidiyor
Giderek 12 Eylül’ün yarattığı üniversiteyi arar noktaya doğru itiliyoruz. 12 Eylül’ün oluşturduğu YÖK ve mevcut Anayasa üniversiteleri rektörlüklere bırakmıştı. Şimdi doğrudan YÖK yetkili hale geliyor.
»İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlileri bir dizi eylem yapıyor, sorun nedir?
Sorun bugüne ait bir sorun değil. Üniversitelerde uzun zamandan beri biriken sorunlarımız somut olarak açığa çıktı. Araştırma görevlileri yaklaşık 10 yıldır üniversite sisteminin gücünü ve otoritesini kendi üzerinde kullanmasına yeter demeye başladı.
»Sorun nereden çıktı?
Aslında 12 Eylül sonrası oluşturulan üniversite yaşamını sorgulamadan sorunları kavramak pek mümkün değil. YÖK’ü tartışmak gerek. 2547 sayılı kanundaki görev tanımımıza bakmak gerek. Bilim insanı yerine, idari işlere bakan, memurlaştırılmaya çalışılan, itaatkâr bir kitle yaratılmaya çalışılmış. 10 yıldır araştırma görevlileri iş güvencesiz çalıştırılıyor.
»Araştırma görevlilerinin iş güvencesiz çalışması, 12 Eylül sonrasının, YÖK döneminin bir uygulaması mıydı?
YÖK ile birlikte kürsü sistemine, usta-çırak ilişkisine darbe vuruldu. Ancak Ankara, İstanbul gibi üniversiteler kürsü geleneklerini devam ettiriyorlardı. YÖK, 1990’lı yılların sonunda 33/a yerine 2547 sayılı yasanın 50/d maddesinden araştırma görevlisi istihdam etmeye başladı. Bu madde aslında lisansüstü eğitim yapanların mali açıdan desteklenmelerini sağlar. Ancak 10 yıldır tek istihdam biçimi bu oldu. 50/d’nin bu şekilde uygulanması güvencesiz çalışmanın kapısını açtı. Kanunun 50/d maddesi burslu öğrenci statüsünde asistan istihdamı gibi hukuksuz bir uygulamaya kapı açıyor.
»50/d maddesi nedir?
Araştırma görevlilerinin iki ayrı statüsü var. 50/d ve 33/a. 33/a maddesi 3 yıllık sözleşmelidir. 50/d’lilerin ise sözleşmesi her yıl yenilenir. 50/d’nin en önemli sakıncası lisansüstü eğitim koşuluna bağlı olmasıdır. Kişi, eğitimini tamamladığında bu kadrodan kendiliğinden ayrılması gerekir. Bugüne kadar bu sorun, üniversitelerin gereksinimleri de düşünülerek, lisansüstü eğitimini tamamlayan araştırma görevlisinin, anabilim dalı önerisi, fakülte yönetim kurulu kararı ve Rektörlük oluru ile 33. maddeye aktarılmasıyla çözülmüştü. Biz sorunlarımızı bugüne kadar, iş güvencesi, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği olarak ortaya koyduk.
»Sorun nereden çıktı?
YÖK, 31 Temmuz 2008 tarihinde yeni bir yönetmenlik çıkardı. Bu yönetmenliğe göre bugüne kadar uygulanan sisteme müdahale etti. Tüm araştırma görevlileri 50/d’ye göre atanacak, doktora bitince de işten çıkarılacak. Kadro açılmasını işsiz olarak bekleyecek. Ayrıca YÖK bu yönetmeliğin 10 yıldır üniversitelerde çalışan 50/d’liler için de uygulanmasını istiyor. Bu kürsü sistemini tamamen ortadan kaldıracaktır. 12 Eylül’ün yıkamadığı usta-çırak ilişkisi 28 yıl sonra çıkan bu yönetmenlikle yıkılma tehlikesi altındadır.
»YÖK’ün yeni sistemi nedir?
Araştırma görevlilerini merkezi sınavla kadroya almayı öngörüyor. ALES, (Akademik Lisansüstü Eğitim Sınavı) ve KPDS (Kamu Personeli Dil Sınavı) ağırlığını artırıp, hocaların seçimini etkisiz kılmaya dönük bir sistem. Örneğin bir anabilim dalı başkanı hiç tanımadığı bir araştırma görevlisiyle, sadece sınavda yüksek puan aldığı için çalışmak durumunda kalabilecek. Üniversitenin özerklik alanı daraltılıyor. Yani matematiği iyi diye aldığı yüksek puanlı biri sosyoloji bölümüne atanabilir.
»Bütün üniversitelerde bu kapsamda çalışan araştırma görevlisi sayısı kaç?
50 D kapsamında bizim üniversitemizde yedi yüzü aşkın, Türkiye’de sanırım yedi bine yakın araştırma görevlisi var.
»YÖK’ün bu uygulaması 12 Eylül’den de mi geri?
Evet, 12 Eylül’den de geriye götürüyor, akademik yaşamı. 12 Eylül’ün yarattığı üniversiteyi arar noktaya doğru itiliyoruz. 12 Eylül’ün oluşturduğu YÖK ve mevcut Anayasa üniversiteleri rektörlüklere bırakmıştı. Şimdi doğrudan YÖK yetkili hale geliyor.
»Yeni YÖK yönetimi döneminde mi bu uygulama hız kazandı?
Evet. 31 Temmuz tarihli yönetmelik mevcut kadroları kapsamıyordu. Ancak YÖK, 26 Kasım 2008 tarihinde hukuksuz bir yürütme kurulu kararı çıkararak bizi yönetmelik kapsamına aldı.
»Bu uygulama sonucu ortaya çıkacak, işsizliğe ilişkin YÖK’ün bir önerisi var mı?
YÖK, yeni açılan üniversitelerde araştırma görevlisi ihtiyacı olduğunu, buralara gidilebileceğini söylüyor. İlişkimiz kesilecek, kadro açıldığında buralara sınavları kazandığımızda görevlendirileceğiz. Ama bu arada biz işsiz kalacağız. 10 yıldır çalışan yedi yüz insan önce işsiz kalacak sonra da bunların hepsine kadro açılacak. Bu hem oldukça zor bir şey hem de tüm kariyer planlarını çöpe atan, mağduriyet yaratan bir uygulama. Maliye Bakanlığı bu kadar kadro açmıyor, üniversitelerde bir yıl, iki yıl kadro beklenmesi olağan bir durumdur. Üç araştırma görevlisi olarak YÖK başkanı, başkan vekili ve personel daire başkanıyla görüştük. Tüm bu sıkıntıları aktardık.
»Talebiniz neydi YÖK’te?
Birincisi işten atılmada gelince burslu öğrenci olduğumuz söylendiği için bu konuyu dile getirdik. Ayrıca 33 A kapsamında çalışanlardan sorumluluk, sosyal haklar ve ücret bakımından bir farkımız yok. Emekli sandığı kesintimiz var, mesai yapıyoruz dedik. Üniversitenin kadrolu elemanı gibi çalışıyoruz. İkincisi elimizde olurları olan arkadaşlarımız var. Kadrolu olmaları rektör, dekan tarafından kabul edilmiş durumda ama yeni yönetmenlik atamalarına engel olarak sunuluyor, bu arkadaşların atamalarının yapılmasını istedik. 50 D maddesine göre asistan alınımın durdurulmasını ve maddenin kaldırılmasını talep ettik.
»Sonuç ne oldu?
YÖK topu üniversite rektörlüklerine atıyor. Ama rektörlerde YÖK’e atıyor. Biz arada kaldık.
»Bu süreçte araştırma görevlileri olarak nasıl örgütlendiniz?
Çok sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz 5 aydır. Ancak bu sürecin en önemli kazanımı örgütlü mücadele deneyimi kazanmak oldu.
»Bu noktaya gelene kadar bir dizi eylem yaptınız bunlar ne tür etkinliklerdi?
Mart 2007’de geçişler yine durdurulmuştu. Biz o dönem Eğitim Sen’de örgütlü asistan arkadaşlarla bir araya geldik. Sorunu nasıl aşabiliriz diye bir tartışma yaptık. Bir mail grubu oluşturduk. Mayıs 2007’de Eğitim-Sen 6. nolu şube olarak bir basın açıklaması yaptık. İzmir ve Ankara ile eşzamanlı. Bu uygulamanın durdurulmasını istedik. İlk eylemimiz bu oldu. Kamuoyunda dikkat çeken eylemimizle bu uygulama askıya alındı. Sonra biraz süreç tavsadı. Ama 31 Temmuz’da yeniden sorun gündem geldi. Gene önce sendikalılar olarak toplandık. Ama sonra üye olmayanlar da sürecin aktif katılımcıları oldu.
»Daha sonra ne gibi gelişmeler oldu da eylemlere yeniden başladınız?
Ekim 2008’de temmuz yönetmenliği gerekçe gösterilerek, geçişler yeniden durduruldu. Mail üzerinden iletişime geçildi. İlk toplantının ardından yeni bir örgütlenmeye gittik. Biz merkez kampüste olanlar olarak diğer fakültelere ulaşmak için bir örgütlenme oluşturulmasının gereksinimini belirledik. Diğer fakültelere de üniversite sisteminin değiştiğini, bir anlamda ‘Bologna’ sürecinin işlemeye başladığını göstermemiz gerekiyordu. Bu düzenleme basite alınabilecek bir düzenleme değildir. YÖK’ün strateji raporları, TÜSİAD raporlarına bakmak süreci anlamamızda çok önemlidir.
»Temsilciler Kurulu’nun ilk eylemi ne oldu?
6 Kasım’da kitlesel bir basın açıklaması oldu. 16 Aralık’ta Rektörlük seçimlerinin olduğu gün seçimin yapıldığı Fen Fakültesi önüne gidip basın açıklaması yaptık. En etkili eylem rektörlük devir tesliminin yapıldığı 19 Ocak günü gerçekleşti. Burada üniversite özerkliğine müdahaleye son verilmesini istedik. Bu açıklamadan 3 gün sonra 14 arkadaşımızın ilişkisi kesilecekti. Bizim için tarihi bir açıklamaydı. Aynı zamanda rektörden randevu istedik. Rektör yardımcılarıyla görüştük, sorunumuzu anlattık. Görüşme sırasında üç saat boyunca iki yüze yakın araştırma görevlisi rektörlüğün önünden ayrılmadı. Arkadaşlarımızın ilişkisinin kesilmesini durdurmayı başardık. Ama başka bir şey de yapılmadı. Bu sırada biz soruna çözüm bulmak için toplantılar, tartışmalar yapmaya devam ettik. 5 Mart’a kadar gerçek bir adım için bekledik
»5 Mart’ta ne yaptınız?
5 Mart 2009 tarihinde ‘YÖK gitsin biz kalıyoruz’ eylemini yaptık. Mesai bitiminde diğer üniversitelerden gelen arkadaşlarımla buluştuk, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde açık forum yaptık. YÖK ve rektörlükle yaptığımız görüşmeleri anlattık. Daha sonra ana kapıya çıktık. Bizi bekleyen sendika, meslek odaları, sivil toplum örgütü temsilcileriyle buluştuk. Basın açıklamasından sonra Cemil Birsel Konferans Salonu’ na gittik. Türkiye’de ilk kez araştırma görevlileri olarak üniversiteyi terk etmeme eylemi yaptık. Bizim için çok anlamlıydı. 12 Eylül’ün boğucu üniversite atmosferinden silkinmek, kendimize güvenmek açısından hepimize çok iyi geldi. Yaklaşık 600 araştırma görevlisi eyleme katıldı. Dış kapıda 1.000 civarı insan olduk. Araştırma görevlilerin büyük çoğunluğu eylemde yerini aldı.
»Hangi üniversiteler katıldı?
Yıldız Teknik, Marmara, Ankara, Uludağ, Boğaziçi, Mimar Sinan ve İTÜ’den arkadaşlar da katıldı. Diğer üniversitelerden destek mesajları geldi. Bütün üniversitelerle ilişki ve dayanışma içindeyiz. İstanbul Üniversitesi’nin öne çıkmasının nedeni, bizim hızlı örgütlenmemiz, daha çabuk harekete geçmemizdir. Ayrıca 5 Mart günü Ankara ve Uludağ üniversitelerinde de destek eylemleri yapıldı.
»Diğer üniversitelerde de sizdeki gibi benzer duyarlılık oluştu mu?
Oluşmaz mı? Bizden önce de vardı. Ege Üniversitesi’nde araştırma görevlileri bildirge yayınlamış. 9 Eylül Üniversitesi’nde davalar açılmış. Ankara’daki arkadaşların hazırladığı rapor var. Gümüldür Forumu var. Ankara’daki Asistan Girişimi bizden önce kurulmuş. Biz sadece düzenli ve sürekli bir dizi işe baş koyduk ve daha örgütlüyüz. Ama 5 Mart sonrası bizim temsilciler kurulu toplantılarına diğer üniversitelerden temsilciler katılıyor. Bizdeki gibi toplantılar yapılmaya başlandığını aktarıyorlar. Dalga dalga yayılıyor.
»Önümüzdeki dönem yapmayı planladığınız bir eylem var mı?
Baştan beri İstanbul Üniversitesi’nde, YÖK önünde bütün Türkiye’den gelen arkadaşlarla birlikte eylem yapma planımız var. Bu, diğer üniversitelerdeki araştırma görevlilerinin ortak isteği. Toplantılarımızda bunun detaylarını hep birlikte konuşmaya başladık bile.
***
Üniversitelerimiz itaatkâr
»Hocalarınızın eyleme karşı tutumu ne oldu ya da üniversitelerin özerkliğine zarar veren bu yönetmeliğe karşı çıkıyorlar mı?
Bizi destekleyen çok sayıda hocamız var, bizimle pankart taşıdılar. Onların hakkını ödeyemeyiz. Ama altı yüz asistanın yanı sıra 600 hocamız olsa bu işin rengi değişir. Türkiye toplumunun en itaatkar kesimi üniversiteler olduğu için bu haldeyiz. Bu itaatkar kesim içinde de araştırma görevlileri en alttadır. O nedenle biz bunu kırarak büyük iş başardık.
»Fransa’da iki aydır, öğrenciler, hocalar aynı gerekçeyle grevde bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa’da seksenin üstünde üniversite grevde. Aynı şey Yunanistan’da oldu. Öğrenci ve öğretim üyeleri hep birlikte eylem yaptı. Biz de bu olmuyor. Özellikle hocalarımız uzak duruyor. Fransa’da veya diğer Avrupa ülkelerinde eğitim sisteminde yapılmak istenen değişiklikler bizde de yapılıyor. Sorunumuz aynı. Biz de o büyük resmin içersindeyiz.
Çok kapsamlı dayatmalarla karşı karşıyayız. Bologna süreci, TÜSİAD Yükseköğretim Raporu ve YÖK Yükseköğretim Strateji Raporu da yaşama geçirilmek isteniyor.
Hem üniversite küresel sermayenin hizmetine sokulmaya çalışılıyor hem yönetmeliklerle üniversite özerkliği kaldırılıyor. Hem de 2012 yılında tamamlanacak Bologna süreci devam ediyor.
»Bologna süreci nedir?
Avrupa Birliği ülkelerinin üniversite sistemlerini piyasacı ve liberal bir anlayışla birbiriyle uyumlaştırma sürecidir. Aynı zamanda Amerikan modelinin üniversiteda yaratılmasıdır.
***
Katılımcılık temel ilkemiz
»Nasıl örgütleniyorsunuz?
Her fakülteden en az bir temsilci belirlenmesiyle, bir temsilciler kurulu oluşturduk. Düzenli toplantılar yapmaya başladık. Şimdi neredeyse bütün fakültelerin katılımıyla oluşan İ.Ü. Temsilciler Kurulumuz var.
»Kararları nasıl alıyorsunuz?
Temsilciler kurulu üyeleri fakültedeki önerileri kurula getiriyor, kurulda yürütülen tartışmaları fakültelere taşıyorlar. Burada karar haline geliyor. Bu kararları temsilciler kurulunda ortaklaştırıyoruz. Katılımcılık ve doğrudan demokrasi işleyişimizde temel ilkemiz işletiyoruz. Her pazartesi toplanıyor, haftalık çalışmamızı planlıyoruz.
»Eğitim-Sen dışındaki diğer sendikalarının katılım söz konusu mu eylemlere?
Eğitim-Sen’e üye olanlar ve üye olmayanlar İ.Ü. temsilciler kurulunda birlikteyiz. Diğer sendikalar kurumsal olarak kesinlikle ilgilenmiyorlar. Eğitim-Sen’den maddi ve manevi büyük destek görüyoruz. İstanbul’daki çalışmalar 6 nolu üniversiteler şubesinin desteği ile yürütülüyor. Bizim talebimiz iş güvencesi, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği. Bu da herkesin sorunudur.
»Aranızdaki iletişimi nasıl kuruyorsunuz?
Mail grubumuz ve www.anti50d.com isimli bir web sitemiz var. Bütün çalışmalarımız ve bu konuyla ilgili haberleri, fotoğrafları bu sitede topluyoruz. Diğer üniversitelerle böyle haberleşiyoruz. Herhangi bir üniversitede tek başına olan bir arkadaşımızla hukuksal dayanışmamızı bu site kanalıyla yapabiliyoruz
0 yorum:
Yorum Gönder