Bir Kariyer Tanıtımı: “Akademik Kariyer'e Giriş

Asistan Girişimi, http://www.asistanlar.org
Bu doküman [www.asistanlar.org] adresinden alınmıştır!


Bir Kariyer Tanıtımı: “Akademik Kariyer'e Giriş, Bölüm I
“Araştırma Görevlisi Kimdir, Nedir?"*
Cenk Yiğiter**
Bizlerin, 80 civarında ve sonrasında doğmuş olanların hayatlarında çok merkezi yer edinmiş bir kavram vardır: “Kariyer!!!". Bu kavram her geçen gün hayatımızda daha çok yer ediniyor. Bir gelecek öngörebilme olanağımızı yitirdiğimiz oranda daha çok bu kavramı kullanır olduk. Üniversiteye girerken, liselerimizin ve dershanelerin rehberlik servislerinde hangi üniversiteyi, hangi bölümü seçeceğimiz bu kavram ekseninde anlatıldı bize. Üniversitelerin en heyecan verici etkinlikleri ise, “kariyer günleri" oldu. Şimdilerde trend bu kardeşim, “kariyer" in, “içinde yaşadığımız topluma karşı sorumluluk", “kendi hayatımızın öznesi olmak" filan out. Biz de bu yazıda trende uyalım, şu ünlü “akademik kariyer"in, başlangıç evresinden bahsedelim. Sevgili okuyucularımıza biraz olsun şu gizemli “akademik kariyer"e nasıl başlanabileceğini ballandıra ballandıra anlatalım.
Dört yıl olarak düzenlenmiş kimi zaman daha da uzayan (belki de çoğu zaman) lisans öğrenimini bitirdikten sonra lisansüstü öğretiminin ilk aşaması olan yüksek lisans (master) öğrenimine başlarsınız. Tabi bu öğrenime başlayabilmek için, öncelikle lisans diplomasının yanı sıra ÖSYM’nin yaptığı LES’te belli bir başarı göstermeniz, ÜDS, KPDS, TOEFL veya TÖMER’in yaptığı sınavdan aldığınız puanınızla (score mu demek lazım) dil yeterliliğini kanıtlamanız gerekecektir. Başvurduğunuz bölümün yapacağı mülakatta da başarılı bir mülakat verdiyseniz yüksek lisans öğrenimine başlayabilirsiniz.
Yüksek lisans öğrenimiz sırasında veya sonrasındaki doktora öğreniminizi sürdürürken, öğreniminizi sürdürdüğünüz bölümün belli sayıda araştırma görevlisine ihtiyacı olursa ihtiyaç duyulduğu kadar kadro ve bu kadrolar için sınav açılır. Yine LES belgenizi, dil yeterliliğinizi gösteren belgeleri, özgeçmişinizi toparlar, sınav için başvurursunuz. Girmiş olduğunuz bilim sınavında başarılı olursanız açılan kadroya atanırsınız ve böylece “akademik kariyeriniz" başlar. Böylece bir gün bir bilim insanı olmak üzere kendinizi yetiştirmeye başlarsınız. Peki ama nasıl bir iştir bu araştırma görevliliği?
12 Eylül’den bir yıl kadar sonra, 6 Kasım 1981 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak hayatımıza giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, öncesinde “asistan" olarak bilinen üniversite çalışanlarını “araştırma görevlisi" olarak yeniden tanımlamıştır. 2547 sayılı kanunun 33.maddesinin a bendi araştırma görevliliğini şu şekilde tanımlamaktadır: “Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır." 33/a aynen şöyle devam eder: “Bunlar ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler."
2547 sayılı kanunun köşesine bucağına konumlanmış bir başka hüküm konuya bambaşka bir renk katar. Kanunun 50. maddesi aslında lisans üstü öğretimi düzenlemektedir. Ne alakası var demeyin. Zamanla, uygulama içerisinde, maddenin d bendi, eski adı asistan olan araştırma görevlileri için çok önemli bir hüküm haline gelecektedir. 50/d şöyledir: “Lisans üstü öğretim yapan öğrenciler, kendilerine tahsis edilebilecek burslardan yararlanabilecekleri gibi, her defasında bir yıl için olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından birine de atanabilirler." Zaman içerisinde bizim üniversitemizin de dahil olduğu pek çok üniversite (özellikle büyük – merkez üniversiteler) bu 50/d hükmünü olabildiğince kullanmaya başlayacaklardır. Üniversiteye alınan araştırma görevlilerinin neredeyse tamamı kanunun bu hükmüne göre atanmaya başlanacaktır.
33/a’daki haliyle en çok üç yıl süreyle atanabilecek ve bu sürenin sonunda görevi kendiliğinden, ek bir işleme gerek olmaksızın sona erecek olan araştırma görevlisi, 50/d karşısında kendisini daha da güvencesiz bir konumda bulacaktır. Araştırma görevlisi, görevinin devam edebilmesi için atamasının her yıl yenilenmesine ihtiyaç duymaktadır ve de araştırma görevliliği lisansüstü öğretimine bağlı hale gelmiştir. Bu şu anlama geliyor: Lisans üstü öğretiminiz de başarız olmanız halinde, yada bu öğretimi belli süreler içerisinde tamamlayamamanız halinde size araştırma görevlisi olarak ikinci bir şans tanınmayacaktır. Bu günümüzde kariyer kadar önemli hale gelen “performans" kavramı çerçevesinde çok da anlamsız gözükmüyor değil mi? Peki o zaman bir araştırma görevlisi çok çalışkan olmalı, azimli olmalı ve lisansüstü öğretimini gerekli süreler içerisinde başarıyla tamamlamalı diyelim. Siz de araştırma görevlisi olarak bu söyleneni yaptınız, önce yüksek lisansınızı ve sonrasında çok uzun ve zorlu bir süreç olan doktoranızı zamanında başarıyla tamamladınız. İşte bu durumda da işler öyle çok parlak olmayabilir. Araştırma görevliliği statüsünde bulunmanız lisansüstü öğrenim görmenize bağlı olduğuna göre, doktoranızı bitirdiğiniz anda araştırma görevliliğiniz de bitmiş olacaktır. Eğer üniversiteniz sizinle çalışmaya devam etmek istiyorsa, yeni bir kadro istenir o kadro içerisinde doktora sonrası çalışmalarınıza devam edebilir, bir bilim insanı olmaya biraz daha yaklaşabilirsiniz. Ancak bu olmazsa, üniversiteniz sizi yeni bir kadroya atamazsa, ek bir işleme gerek olmaksızın kendiliğinden işinizi kaybetmiş ve Dr. İşsiz olarak iş aramaya başlamış olacaksınız. O günün akşamı doktoranızı bitirmiş olmak için yapacağınız kutlama, işinizi kaybetmiş olmanız dolayısıyla kafayı bozup dağıtabileceğiniz hale pekala bürünebilir.
Şimdi bu araştırma görevlisinin de derdi amma çokmuş diyeceksiniz. Ama bunu derken şunu da gözden kaçırmamak lazım: Bunlar sadece araştırma görevlisinin sorunları değildir. Üniversiteler, Anayasa’nın 130. maddesinde “ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip" kurumlar olarak tanımlanmaktadır. Üniversitede yürütülen hizmet, kamusal ve hatta evrensel nitelikte bir hizmettir. Üniversitelere sağlanan bilimsel özerkliğin sebebi de budur. Üniversitelerin ve üniversitelilerin, ancak bir özgürlük ortamı içerisinde halk için ve insanlık için bilgi ve tartışma üretebilecekleri düşünülebilir. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi’nin 1976 tarihli ODTÜ kararındaki şu ifadesine bir göz atalım:
“Mesleki güvencesi olmayan, görevine son verileceğinden ya da sözleşmesinin yenilenmeyeceğinden kuşku duyan ve böylece sürekli olarak tedirginlik ortamı içinde bulunan bir öğretim üyesinin, bilimsel özerkliği bulunduğunu, eğitim ve öğretim hizmetini yan tutmadan yürüteceğini, bağımsız ve yansız olarak araştırma ve yayında bulunabileceğini düşünmek ileri derecede iyimserlik olur."
1976’dan bu güne geldiğimizde (aynı zamanda kariyer tanıtımımızın da sonuna geliyoruz), geleceğin bilim insanları, geleceğin öğretim üyeleri, hocaları olması beklenen araştırma görevlileri, hiçbir gelecek öngörüsüne ve mesleki güvenceye sahip olmaksızın, açlık sınırının biraz üzerinde bir maddi olanakla hayatını sürdürmeye, bir yandan kendilerini yetiştirmeye ve lisans üstü çalışmalarını layıkiyle tamamlamaya çalışmaktayken; bilimsel özerklik içerisinde hareket edebileceklerini, kendilerini kafası açık, özgür düşünceli bir bilim insanı olarak yetiştirebileceklerini, üniversitelerin böyle bir hal içerisinde halkın ve insanlığın yararını sağlamak üzere bilgi ve tartışma üreten kurumlar olabileceklerini beklemek de ileri derecede iyimserlik olmaz mı?
30 Mayıs 2006
*Bu yazı daha önce Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerinin çıkardığı Hukuk Gazetesi'nin Nisan 2006 sayısında yayınlanmıştır.
**A.Ü.H.F. Araştır da Gör'ü

0 yorum:

Yorum Gönder