19/02/2009 EVRENSEL
Nereden nereye?
Hazırlayan: Sevim Kahraman
İşsiz kalma tehdidi ile karşı karşıya kalan araştırma görevlileri, yeni atama yönetmeliği ile akademik kriterlerin ortadan kalkacağını vurguluyor. Son birkaç aydır üniversitelerde pek de alışık olunmayan eylemler yapılıyor. Öğrencilerin eylemlerine ev sahipliği yapan üniversitelerin kapılarında artık araştırma görevlileri de karşı karşıya bırakıldıkları sorunların çözümüne dair taleplerini yükseltiyor.
Eylemlerin en önemli nedeni ise, asistanların üniversite için bir yük gibi algılanmasına neden olan zihniyetin bilim üretmekle sorumlu kişileri bile canları istediğinde kapı önüne koymaya çalışmaları.
İLK HEDEF AKADEMİK KADROLAR
Özellikle 1980 darbesinin ardından sermayenin ilk hedefi üniversiteler ve akademik kadrolar oldu. Onları tasfiye etmek için 1402 sayılı sıkıyönetim yasasını yürürlüğe soktular. YÖK gibi bir kurumun üniversiteleri sermayenin ihtiyacı doğrultusunda yeniden yapılandırmak üzere bilimin başına bela ettiler.
Çeyrek yüzyıl boyunca adım adım üniversiteler zapturapt altına alınmaya çalışıldı. Namuslu, toplumun ilerlemesi için bilimsel üretim yapmaya çalışan öğretim üyeleri, bilim insanları üniversitelerin dışına itildi; baskılar gördü. Sonuçta ise bütün dünyada belki de en az bilimsel çalışmanın yapıldığı bir üniversiter yaşam yerleştirildi. Aynı süreçte üniversitenin bileşenleri de birbirlerinden koparıldı; birbirlerine yabancılaştırıldı. ’90lı yıllarda bu süreç mahkeme kararlarıyla aşılmaya çalışıldıysa da YÖK sağlam bir hukuksal dayanaklara ve işleyişe sahip olmuştu bile.
Bilimsel çalışmaların azalması, tek bir bilimsel eser üretemeyenlerin akademik kariyerin en üst noktasına kadar ulaşmalarının sağlanması, hatta kurucu başkanından başlamak üzere dekanın, rektörlerin intihal suçlamalarıyla karşı karşıya kalması artık YÖK sisteminin ne anlama geldiğinin daha açık bir şekilde anlaşılmasına yardımcı oldu.
İŞSİZ AKADEMİSYENLER
Bu sorunların tümünü en can yakıcı bir şekilde yaşayan araştırma görevlilerine doktora öğrencilerine reva görülen uygulamalar ise hangi siyasi parti iktidarda olursa olsun, sermaye sınıfının istediği kadar özel üniversite kurarsa kursun, sınırsız bir bilim özgürlüğüne yaşanmadığını gösteriyor. Genç akademisyenler şimdi de bütünüyle üniversitelerin asli unsuru olmaktan çıkarılıp birer ‘hizmetli’ haline getirilmeye çalışılıyor.
İşsiz kalma gibi bir sorunları var araştırma görevlilerinin. ‘Doktoralı işsizlik’ mücadelemiz içinde artık bizim parolamız oldu” diye içinde bulundukları durumdan yakınıyor araştırma görevlileri. Evet, son dönemlerde sıkça kullanılır bir söz oldu onlar için, ‘Doktoralı işsizlik’. Çünkü, YÖK’ün çıkardığı yeni atama yönetmeliğine göre, üniversitelerde asistan olarak görev yapan binlerce araştırma görevlisinin, doktoralarını tamamladıktan sonra kapı önüne konulmasına neden olacak.
SERMAYE İÇİN BİLİM YAPAN ÜNİVERSİTELER
Bilimsel çalışmaların sistemin ihtiyaçlarının belirlediği bir alana sıkıştırılması, gerekli bütçelerin ayrılmaması, yöneticilerin iki dudağı arasından çıkacak sözlere göre genç bilim insanlarının kariyerinin belirleniyor hale gelmesi gibi uygulamalar, üniversiteleri her geçen gün biraz daha yoksullaştırdı. Daha önemlisi bilimsel özgürlüğün yok edilmesi üniversitelerin toplum yararına değil, egemen sınıf yararına çalışmalar (bilimsel üretim değil) yapmaya başlaması sonucunu doğurdu.
Bugün YÖK’ü eleştiriyormuş gibi yapanlar iktidarda. YÖK üyeleri arasında YÖK’ün mağdur ettiği kişiler bile var. Ancak sistem öze dair ciddi bir değişikliğe uğramadan yoluna devam ediyor.
DOKTORALI İŞSİZLİK DÖNEMİ
Çalıştıkları üniversitelerde kadrolu olmayı bekleyen araştırma görevlileri, Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) 31 Temmuz 2008’de çıkardığı atama yönetmenliği uyarınca işsiz kalacak. Bu yönetmeliğe göre, yalnızca İstanbul Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde görevli yaklaşık 1000 asistanın üniversitelerle ilişiği kesilecek. Önemli bir akademik kariyer olan doktoranın şimdi kendileri için işsizlik anlamına geldiğini söyleyen araştırma görevlileri, yönetmeliğe karşı dava açtı.
UZMANLIK YERİNE, MERKEZİ SINAV
31 Temmuz 2008 tarih ve 26953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Öğretim Üyesi Dışındaki Öğretim Elemanı Kadrolarına Naklen veya Açıktan Yapılacak Atamalarda Uygulanacak Merkezi Sınav ile Giriş Sınavlarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” ile Yüksek Öğretim Kurulu’nca önümüzdeki birkaç ay içinde araştırma görevlilerinin atamalarının yapılmasının planlanıyordu. Ancak, yönetmelik hükümleri incelendiğinde, araştırma görevlisi kadrosuna başvuruda bulunmak isteyenler için merkezi sınav dışında ek sınav şartı öngörüyor. Böylece, bu uygulamanın yasa ve mevzuata aykırılığı yanında, 2006, 2007 ve 2008 Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı (ALES), Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı (ÜDS) ve Kamu Personeli Dil Sınavı (KPDS) şartı getiriliyor. Bu da yüksek lisans ve doktora eğitimine başlamış, lisans eğitiminden mezun olmuş kişilerin, girmiş olduğu sınavlar ve harcanan maddi ve manevi emekleri ortadan kaldırmış oluyor. Merkezi sınav dışında, üniversiteler tarafından yürütülecek ek sınavların, siyasi kayırmacılık uygulamasının dışında fırsat eşitliği ilkesini zedeleyeceğini düşünen Eğitim Sen de, yönetmeliğin ilgili hükümlerinin iptali için Danıştay’a dava açtı ve yürürlüğünün durdurulması istedi.
‘HUKUK İHLAL EDİLİYOR’
İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Ahsen Deniz Morva, 50/d maddesi ile istihdam edilmelerine rağmen, 33/a maddesindeki araştırma görevlileri gibi çalıştırılmalarına ilişkin şunları söylüyor: “Yani bir taraftan burslu öğrenci gibi doktora tezlerini yazıp, başka hiçbir şeyle ilgilenmememiz söyleniyor. Diğer taraftan ise 7-8 yıl boyunca 33/a gibi çalıştırılıyoruz. Yani sözleşmeli elemanlar olarak çalışmamıza rağmen, kadrolu asistanlar gibi algılanıp o şekilde çalıştırılıyoruz.”
Bir yandan 50/d maddesi ile istihdam edilen araştırma görevlisine kadro verilmezken, bir yandan yeni yönetmeliğe tabii olarak merkezi sınav sistemi ile asistan alımları başladı.
“Bu yeni asistanlar bir yandan alınıyor, bir yandan mevcut olan asistanların kadroya geçişleri durduruluyor. YÖK’ten gelen durdurma yazıları yürütme kurulu şeklinde oluyor. Bir maddesi bizim kafamızı karıştırıyor. İlk 8 maddesi yönetmeliğe tabii olarak nasıl atanacağımızı belirlerken 9.maddesi “Devlet bursu ile gidenlerden kadro şartı aranmaz” diyerek anlatıyor karşı karşıya oldukları durumu Morva.
“Onların mecburi hizmetleri var ama neden yürütme kurulunun kararında böyle bir madde yok” diyen Morva, çok temel hukuk ihlali yapıldığını belirterek, yürütme kuruluna ve yönetmeliğe dava açtıklarını söylüyor.
Bilimi kim, nasıl üretecek? 2
20.02.2009 EVRENSEL
Hazırlayan: Sevim Kahraman
Bilimin özgürlüğü için
İlk bakışta bütünüyle mantıksız görünen, bilim insanlarına yönelik benzer uygulamalar, hangi ihtiyacın ürünü olarak gündeme getiriliyor? Böylesine baskı altına alınmış, gelecek kaygısıyla baş başa bırakılmış, her an bilim üretme idealine sahip olan kişilerin, her an üniversite kapısının dışına, laboratuvarların dışına, amfilerin dışına atılabilecek olması, onlardan beklenenleri yapamamaları sonucunu doğurmayacak mı? Akademinin en önemli bileşenlerinin böylesine sorumsuzca bilimsel üretimin dışına itilmesinden kim, nasıl bir yarar umabilir?
BİLİMİN DIŞLANDIĞI ÜNİVERSİTE
Aslında olan biten, başka bir yönden bakılmaksızın anlaşılabilir değil. Sermaye sınıfı, iktidarını sağlamlaştırma sürecinde bilimi kullanmak zorundaydı. Bu nedenle bilimsel üretimin yapıldığı üniversitelere nispi bir özgürlük ortamı sağladı. Ancak toplumun gelişmesini sağlamak yerine kendi iktidarını korumak amacıyla davranmak zorunda kaldığı andan itibaren, bilimi, üniversiteleri bütünüyle kontrol altında tutma ihtiyacı baş gösterdi. Çünkü bilim, özü itibariyle yenilikçidir, değiştirir ama bu artık sermayenin istemediği bir durumdur. Yani eşyanın tabiatına bir kez daha uyan bir durumla karşı karşıyayız. Sermayenin ihtiyacı çoktandır bilim olmaktan çok, kendi kârını sağlama alacak ve artıracak teknolojinin üretilmesi ile kendi sınıf egemenliğini pekiştirmek için toplumun ideolojik olarak yönlendirilmesini sağlamak üzere propaganda aygıtına ‘bilimsel’ düşünceler üretilmesiyle sınırlı.
Sermayenin ve onun hükümetinin istediği uslu, suya sabuna dokunmayan, bilim üretmek yerine kariyer peşinde olan, üstelik bunun için bilime de ihtiyaç duymayan kişilerden oluşan bir üniversite yaratmak.
BİLİMİN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN...
Ama geçmişte de pek çok kez olduğu gibi bunu sağlaması da o kadar kolay değil. Üniversite bileşenlerinin; akademisyenlerin, üniversite çalışanlarının, öğrencilerin, el birliğiyle sermayenin bu planlarını bozma olanağı her zaman vardı; bugün de var. Ancak bilim üretilen alanların bunu ele alışında da çeşitli farklılıklar olmalı. Yani bu sorunu bir iş sorunu olarak değil de bilimsel özgürlük, bilimin özgürlüğü sorunu olarak ele almak ve bütün üniversite bileşenlerini bu talep etrafında birleştirmeye çalışmak, başarmanın, bu saldırıyı püskürtmenin de en önemli yollarından biri.
Emek hiçe sayılıyor
Asistan alımlarında, akademik hiçbir kritere tabii olmayan merkezi sınav sisteminin getirilmesi, kadrolaşmanın yanında, yıllarını araştırmalara vermiş insanların, emeklerinin hiçe sayılmasına neden olacak.
Daha önce araştırma görevlileri eski atama yönetmeliğine göre iki ayrı biçimde istihdam ediliyordu. Doktora yapmakta olan asistanların 50/d maddesine göre burslu öğrenci statüsünde her yıl sözleşmeleri yenileniyordu. Doktoralarını tamamladıklarında ise 33/A maddesine göre kadroya alınıp üç yıllığına atanıyorlardı. Yani her yıl sözleşmeleri yenilenen araştırma görevlilerinin hep bir iş güvencesizliği vardı. Ancak bu durum, YÖK’ün yeni atama yönetmeliği ile daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. 7 yıl boyunca akademik kariyer peşinde koşan İstanbul Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki yaklaşık bin asistan, yeni atama yönetmeliği ile işsiz kalacak.
‘TABELA’ ÜNİVERSİTELER
Siyasal Bilgiler Fakültesi Araştırma Görevlisi Ahmet Bekmen, en önemli sorunların belirsiz bir kadroda yer almalarından doğduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Çoğu yerde araştırma görevlileri, bulundukları yerin temizlik işini yapıyorlar. Çamaşır işini yaptıklarını söyleyenler dahi var. Onun dışında temel olarak ücret problemi hep başımızda duruyordu. Ama biz şu an onları bir yana bıraktık. Ciddi bir işsizlik problemi ile karşı karşıyayız.” Bu yönetmelik ile, ilişiği kesilen araştırma görevlileri, Anadolu’da açılan ‘tabela’ üniversitelere başvurabiliyor. Bekmen, bunun, kendilerini ‘Memleketin her yerinde hizmet yaparız’ edebiyatına mahkum ettiğini ifade ediyor.
AKADEMİK KRİTERLER YOK SAYILIYOR
“Doktoranızı verdiğiniz an, bir lisansüstü öğrencisi için çok önemli bir aşamadır. Ama şimdi bizim için işsizlikle eşit anlama gelmeye başladı” diyen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Araştırma Görevlisi Levent Dölek, bu yönetmelik ile üniversitelerde belli alanlarda uzmanlaşmış ciddi asistan açığı olacağına dikkat çekiyor. Yönetmelik ile hem birtakım haksızlıklar, hem de kadrolaşma faaliyetlerinin oluşacağını da vurgulayan Dölek, “Yeni getirilen sistem, asistan alımlarında ALES denilen merkezi sınavı hakim kılıyor. Bu sınavın hiçbir akademik içeriği yok. Dolayısıyla çok çeşitli alanlarda uzmanlıkla ilgisi yoktur. Merkezi sınavı hakim kılmak demek, akademik kriterleri tamamıyla dışarıya bırakarak, başka birtakım kriterleri gündeme getirmekten ibarettir. Bu da yıllarını araştırmalara vermiş insanların işsiz kalmasına ve çalışmalarını devam ettirememelerine neden olacağından, başlı başına bir haksızlık” diye konuştu.
BEYİN GÖÇÜ YARATACAK
Siyasal Bilgiler Fakültesi Araştırma Görevlisi İlkay Yılmaz, 1999 yılından beri 50/d maddesi ile iş güvencesiz olarak istihdam edildiklerini şöyle anlatıyor: “En ufak bir sürtüşme, kadrolu olmamız önünde bir engel. Yani akademik hayatına olduğu yerden devam edememiş olan, işyerinde tacize uğrayan birçok arkadaşımız var. Bunlar bazı yerlerde çok ciddi sorunlara yol açıyor. Bu bir yandan akademik özgürlüğün önünü kesiyor. Hocanız sizin kadroya geçmeniz gerektiğini düşünse bile, akademik değerlendirmelere tabi tutarak sizi yeterli bulsa bile, şimdiki düzenleme ile karar verici değil. Çünkü yeni sisteme göre merkezi sınav sistemi birinci sıraya konuluyor. Yani hiçbir akademik kritere tabii olmadan bir genel yetenek sınavı ile akademik personel alıyor.”
Yılmaz, yönetmeliğin hem kamu hizmetinin devamlılığını hem de niteliğini ciddi ölçüde geriye götüreceğini düşünüyor. Araştırma görevlilerinin üniversiteler ile ilişiğinin kesilmesinin, ciddi bir beyin göçünün de önünü açmış olacağına dikkat çeken Yılmaz, “Özellikle, daha sık bulunamayan uzmanlık alanlarında. Bir kısmımız da özel üniversitelere gitmek zorunda kalacağız. Bir kısmımız yurtdışına gidecek. Dolayısıyla kamu kaynağı israfı söz konusu” dedi.
3 yorum:
Araştırma Görevlileri eğitim görürken hem de maaşlarını aldılar. Sanki ne iş yapıyorlar. Sadece sınav gözetmenliği vs. Bulundukları üniversitenin etinden sütünden faydalanıyorlar. Bulunduğu üniversiteye kendisini orada bulundurdukları için büst yaptırmaları gerekiyor. Bol bol dua etmeleri gerekiyor. Bir de ohhh kendisine bedavadan maaş sağlayan üniversitenin kendisini doktorasını bitirince direk kadroya geçiremeyeceği için dava açsın. Ne ala memleket...
YÖK yürü be!! Kim tutar seni...Ohh çook iyi yapılıyor. Sonuna kadar destekliyorum. Güya YÖK e bağlandı asistan alımları diyorlar. YÖK duy sesimi. Hala torpil yapılıyor. Aynı kafaya sahipler akademik kadrolara karga gibi üşüşüyorlar ve ahır gibi dolduruluyorlar. Haberin olsun!!! Doktoralılar da kendilerini garantiye almışlardır hiç merak etmeyin. Adamını çeşitli gayrimeşru yollarla ayarlıyorlar. Yine bulurlar yollarını. Bedavadan aldıkları yemleri kesilirse mahvolurlar:(( Ayy kıyamam yazıık!!! Hepinizin burnundan gelsin fitil fitil. Allah hakkımızı koymasın. Bir yerden çıkarsın inşallah. Allaha sığınıyorum.
Yorum Gönder