RADİKAL 2 28.06.2009
Yıllardır aynı koşullarla işe başladığın, aynı işi yaptığın 'diğer' araştırma görevlileriyle aynı haklara sahip olmak, çok şey istemek değil mi?“Ey genç üniversite politikacısı, nasıl da acıyorum sana şimdi (...) Öyle kabul ediyorum ki, tutkunun ilk kıvılcımı ile alev almış ve kendini çekilmez kıldırmaya yeni yeni başlamışsındır. Sanırsın ki (sanmaz mısın yani?) akla yatkın bir görüş öne sürdün mü, herkes aklı dinleyecek ve hemen aklı uyarınca bir davranış gösterecek. Seni çekilmez yapan da işte bu kanıdır”. (1) F. M. Cornford’un yukarıdakileri yazmasının üzerinden 101 (1908), Seha L. Meral’in çevirisinin ve üniversite sorunları hakkındaki yazılarının üzerinden ise 40 yıl (1969) geçmiş ve ne mutlu ki, bugün “üniversitelerin sorunları” konusu uzak geçmişte kaldı. (Kalmadı mı yani?) Bunun sebebi, kuşkusuz bu sorunların bugün artık bulunmayışı. Ancak nedense, bugünlerde üniversitelerin sorunları olduğunu, bunların başında çalışanların iş güvencesinin geldiğini, doktoralarını başarıyla tamamlayan insanları üniversitelerinden ayrılmak zorunda bırakan uygulamaların üniversiteler için sakıncalı olduğunu ısrarla savunan bir grup var.
Ey genç akademisyen, belki de bu ısrarının sebebinin, sizin aslında -henüz- akademisyen olmadığınızı söyleyen bazı öğretim üyelerine olan kızgınlığından ileri geldiğini göremiyorsun. Oysa o öğretim üyeleri, yeni bir kadro gereği duyulmaksızın aktarılmayı talep ettiğin 33. madde ile akademik hayatlarına başladı ve bunun şu an (o zaman için değil) ne kadar sakıncalı olduğunu görüyorlar. Farkında değil misin ki, iş güvencesi bilim insanlarının eleştiri yapma özgürlüğünü sağlayacak ve eleştirdiğin kişilerin senin geleceğin üzerindeki tasarruf hakkını engelleyebilecektir. Tek başına bu tehlikenin gerçekleşmesi bile, üniversiteleri genel karakteri olan ataletten kurtaracak nitelikte olduğundan bayağı sakıncalıdır. Oysa sen sırf kendi geleceğini düşünerek, 50d uygulamasının bir “yönetim kararı hatası” olduğunu ve üniversitelerin geleceğini tehdit ettiğini savunuyorsun, “özgür ifadenin bilimsel gelişimi sağladığını” söyleyerek bu tehlikeyi görmezden geliyorsun.
Danıştay kararı, talebinin önündeki hukuki engeli kaldırmış, üniversitelere yetkiyi geri vermiş olabilir. Ancak “Şu hiç gözüne çarpmadı mı: Bir şey yapılırsa, ancak, o şeyin yapılması gerektiğine herkes inandığı zaman yapılabiliyor; herkesin böyle bir kanıya varması da öylesine uzun sürer ki, artık, o şeyin yerine bir başka şeyin yapılması zamanı gelmiş olur. Ya şunu görmedin mi: Akla uygunluğu öne sürmek şimdiye kadar kimseyi inandıramadı, yalnız herkesi rahatsız etti. İnsanları kıpırdatmak istiyorsan, kanıtlarını önyargılara ve siyasal etkenlere dayandırmak gerek. ... [Oysa sen] kılıcını inanç kalkanına vura vura köreltmeyi üstün tutuyorsun. Kuru hayallerin için en iyi dileklerimi sunarım!” (2)
Çok şey istiyorsun
Yıllardır aynı koşullarla işe başladığın, aynı işi yaptığın “diğer” araştırma görevlileriyle aynı haklara sahip olmak, çok şey istemek değil mi sence? İş güvencesinden aslında bütün öğretim üyelerinin farklı düzeylerde yoksun olduğunu ve fakat bunun talep edilmesini, daha hocaların istemezken senin böyle bir işe kalkışmanın “haddini aşmak” olduğunu göremiyor musun? Ya da yıllarca kriter gözetmeden istihdam yaratma amaçlı kullanılan kadroların hıncının neden senden çıkarıldığını merak ediyorsun. Akademiada “aman aşağıdan kimse gelmesin” yaklaşımının ve işçi-işveren ilişkisinin hâkim olması nasıl hatalı olabilir?
Üniversitelerin yıllardır süregelen sessizliğini bozmaktaki asıl amacın nedir? Daha sonra akademik etik ve mesleki değerlerin öne çıkmasını ve akademi üzerindeki “neon ışıkların” kısılmasını istemeyeceğin ne malum? Ardından iş tanımında yer alan “ilgili diğer görevleri yapar” tanımsızlığının düzeltilmesini de istemeye kalkacaksın. Belki iyice haddini aşarak, üniversitelerde bütün temel işleyişi gizliden gizliye her işe koşularak senin sağladığını öne sürecek ve yönetime katılma, hatta oy kullanma hakkını isteme cüretini de göstereceksin.
Taleplerini dile getirirken, akademi dünyasının unutmaman gereken ‘hareketsizlik ilkelerini’, ‘sonu nereye varır, boyundan büyük işlere kalkışmamak ve olgunlaşmamış-zaman, gözardı ediyorsun. Daha da acısı ‘tehlikeli örnek’ ilkesini görmezden geliyorsun: “Şimdi doğru bir şey yapmaktan çekinmelisin çünkü ileride, sen ya da ardılların, dıştan benzer görünmekle birlikte aslında temelden bambaşka bir durumda, doğru bir şeyi yapma cesaretini gösteremeyeceksiniz. Alışılmış değilse, herhangi bir davranış ya yanlıştır ya da doğru olsa bile, tehlikeli bir örnektir. Bundan şu çıkıyor: Hiçbir şeyin, ilk defa yapılmaması gerekir”. (3)
Ey genç akademisyen, “burslu” nitelemesiyle istihdam etme abesliğinin yasalarda bulunması acayip gelmezken, bu maddeye göre çalıştırılan insanların haklarını aramasının acayip gelmediği bir akademik dünya görebilirim sanıyorsan hiç merak etme, sana bir çift sözüm olacak: “De te fabula narrotur”. Bu anlatılan senin hikâyendir. Yukarı çıktıkça merdiveni itmek, hangi konumda olursan ol iş güvencen olmasa bile, senden aşağıdakilerde de bulunmasını istememek alışkanlığını sen de edineceksin zamanla. Genç akademisyenlerin umarsızca üniversitelerde eşitlik ve özgürlük istemelerinin nasıl gereksiz olduğuna sen de hükmedeceksin yıllar sonra. Var olan sistemle de kendine yer edinebileceğini gördükçe, sen de güvenli yaşamak uğruna seni mutsuz eden konular hakkında hiçbir şey yapmamayı seçeceksin. Sen de savunmaya başlayacaksın, aslında birkaç kötü örneğin, binlerce insanın ve üniversitelerin geleceğini etkileyecek iyi görüşleri geçersiz kılacağını. Olur da bir şekilde bu çetrefilli akademik kozmosta tutunmayı başarır ve hayal gücünü de yitirmemeyi başarabilirsen, gelecekte bu günlerini unutma. Çünkü, insanı kör acımasızlığından koruyabilecek tek şey, gençliğin, acı gerçekleri söyleme ve değişimi savunabilme pervasızlığında bulunabileceği bilgisidir.
İLKER İNMEZ: Araş. gör., Kocaeli Üni.
1. Francis Macdonald Cornford, Microcosmographia Academica: Bir Genç Üniversite Politikacısına Kılavuz, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ekim 2003, İstanbul, s.6.
2. Cornford, a.g.e., ss.6-7.
3. Cornford, a.g.e., s.22-23.
Yıllardır aynı koşullarla işe başladığın, aynı işi yaptığın 'diğer' araştırma görevlileriyle aynı haklara sahip olmak, çok şey istemek değil mi?“Ey genç üniversite politikacısı, nasıl da acıyorum sana şimdi (...) Öyle kabul ediyorum ki, tutkunun ilk kıvılcımı ile alev almış ve kendini çekilmez kıldırmaya yeni yeni başlamışsındır. Sanırsın ki (sanmaz mısın yani?) akla yatkın bir görüş öne sürdün mü, herkes aklı dinleyecek ve hemen aklı uyarınca bir davranış gösterecek. Seni çekilmez yapan da işte bu kanıdır”. (1) F. M. Cornford’un yukarıdakileri yazmasının üzerinden 101 (1908), Seha L. Meral’in çevirisinin ve üniversite sorunları hakkındaki yazılarının üzerinden ise 40 yıl (1969) geçmiş ve ne mutlu ki, bugün “üniversitelerin sorunları” konusu uzak geçmişte kaldı. (Kalmadı mı yani?) Bunun sebebi, kuşkusuz bu sorunların bugün artık bulunmayışı. Ancak nedense, bugünlerde üniversitelerin sorunları olduğunu, bunların başında çalışanların iş güvencesinin geldiğini, doktoralarını başarıyla tamamlayan insanları üniversitelerinden ayrılmak zorunda bırakan uygulamaların üniversiteler için sakıncalı olduğunu ısrarla savunan bir grup var.
Ey genç akademisyen, belki de bu ısrarının sebebinin, sizin aslında -henüz- akademisyen olmadığınızı söyleyen bazı öğretim üyelerine olan kızgınlığından ileri geldiğini göremiyorsun. Oysa o öğretim üyeleri, yeni bir kadro gereği duyulmaksızın aktarılmayı talep ettiğin 33. madde ile akademik hayatlarına başladı ve bunun şu an (o zaman için değil) ne kadar sakıncalı olduğunu görüyorlar. Farkında değil misin ki, iş güvencesi bilim insanlarının eleştiri yapma özgürlüğünü sağlayacak ve eleştirdiğin kişilerin senin geleceğin üzerindeki tasarruf hakkını engelleyebilecektir. Tek başına bu tehlikenin gerçekleşmesi bile, üniversiteleri genel karakteri olan ataletten kurtaracak nitelikte olduğundan bayağı sakıncalıdır. Oysa sen sırf kendi geleceğini düşünerek, 50d uygulamasının bir “yönetim kararı hatası” olduğunu ve üniversitelerin geleceğini tehdit ettiğini savunuyorsun, “özgür ifadenin bilimsel gelişimi sağladığını” söyleyerek bu tehlikeyi görmezden geliyorsun.
Danıştay kararı, talebinin önündeki hukuki engeli kaldırmış, üniversitelere yetkiyi geri vermiş olabilir. Ancak “Şu hiç gözüne çarpmadı mı: Bir şey yapılırsa, ancak, o şeyin yapılması gerektiğine herkes inandığı zaman yapılabiliyor; herkesin böyle bir kanıya varması da öylesine uzun sürer ki, artık, o şeyin yerine bir başka şeyin yapılması zamanı gelmiş olur. Ya şunu görmedin mi: Akla uygunluğu öne sürmek şimdiye kadar kimseyi inandıramadı, yalnız herkesi rahatsız etti. İnsanları kıpırdatmak istiyorsan, kanıtlarını önyargılara ve siyasal etkenlere dayandırmak gerek. ... [Oysa sen] kılıcını inanç kalkanına vura vura köreltmeyi üstün tutuyorsun. Kuru hayallerin için en iyi dileklerimi sunarım!” (2)
Çok şey istiyorsun
Yıllardır aynı koşullarla işe başladığın, aynı işi yaptığın “diğer” araştırma görevlileriyle aynı haklara sahip olmak, çok şey istemek değil mi sence? İş güvencesinden aslında bütün öğretim üyelerinin farklı düzeylerde yoksun olduğunu ve fakat bunun talep edilmesini, daha hocaların istemezken senin böyle bir işe kalkışmanın “haddini aşmak” olduğunu göremiyor musun? Ya da yıllarca kriter gözetmeden istihdam yaratma amaçlı kullanılan kadroların hıncının neden senden çıkarıldığını merak ediyorsun. Akademiada “aman aşağıdan kimse gelmesin” yaklaşımının ve işçi-işveren ilişkisinin hâkim olması nasıl hatalı olabilir?
Üniversitelerin yıllardır süregelen sessizliğini bozmaktaki asıl amacın nedir? Daha sonra akademik etik ve mesleki değerlerin öne çıkmasını ve akademi üzerindeki “neon ışıkların” kısılmasını istemeyeceğin ne malum? Ardından iş tanımında yer alan “ilgili diğer görevleri yapar” tanımsızlığının düzeltilmesini de istemeye kalkacaksın. Belki iyice haddini aşarak, üniversitelerde bütün temel işleyişi gizliden gizliye her işe koşularak senin sağladığını öne sürecek ve yönetime katılma, hatta oy kullanma hakkını isteme cüretini de göstereceksin.
Taleplerini dile getirirken, akademi dünyasının unutmaman gereken ‘hareketsizlik ilkelerini’, ‘sonu nereye varır, boyundan büyük işlere kalkışmamak ve olgunlaşmamış-zaman, gözardı ediyorsun. Daha da acısı ‘tehlikeli örnek’ ilkesini görmezden geliyorsun: “Şimdi doğru bir şey yapmaktan çekinmelisin çünkü ileride, sen ya da ardılların, dıştan benzer görünmekle birlikte aslında temelden bambaşka bir durumda, doğru bir şeyi yapma cesaretini gösteremeyeceksiniz. Alışılmış değilse, herhangi bir davranış ya yanlıştır ya da doğru olsa bile, tehlikeli bir örnektir. Bundan şu çıkıyor: Hiçbir şeyin, ilk defa yapılmaması gerekir”. (3)
Ey genç akademisyen, “burslu” nitelemesiyle istihdam etme abesliğinin yasalarda bulunması acayip gelmezken, bu maddeye göre çalıştırılan insanların haklarını aramasının acayip gelmediği bir akademik dünya görebilirim sanıyorsan hiç merak etme, sana bir çift sözüm olacak: “De te fabula narrotur”. Bu anlatılan senin hikâyendir. Yukarı çıktıkça merdiveni itmek, hangi konumda olursan ol iş güvencen olmasa bile, senden aşağıdakilerde de bulunmasını istememek alışkanlığını sen de edineceksin zamanla. Genç akademisyenlerin umarsızca üniversitelerde eşitlik ve özgürlük istemelerinin nasıl gereksiz olduğuna sen de hükmedeceksin yıllar sonra. Var olan sistemle de kendine yer edinebileceğini gördükçe, sen de güvenli yaşamak uğruna seni mutsuz eden konular hakkında hiçbir şey yapmamayı seçeceksin. Sen de savunmaya başlayacaksın, aslında birkaç kötü örneğin, binlerce insanın ve üniversitelerin geleceğini etkileyecek iyi görüşleri geçersiz kılacağını. Olur da bir şekilde bu çetrefilli akademik kozmosta tutunmayı başarır ve hayal gücünü de yitirmemeyi başarabilirsen, gelecekte bu günlerini unutma. Çünkü, insanı kör acımasızlığından koruyabilecek tek şey, gençliğin, acı gerçekleri söyleme ve değişimi savunabilme pervasızlığında bulunabileceği bilgisidir.
İLKER İNMEZ: Araş. gör., Kocaeli Üni.
1. Francis Macdonald Cornford, Microcosmographia Academica: Bir Genç Üniversite Politikacısına Kılavuz, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ekim 2003, İstanbul, s.6.
2. Cornford, a.g.e., ss.6-7.
3. Cornford, a.g.e., s.22-23.
0 yorum:
Yorum Gönder