Neoliberal Eğitim ve Üniversiteler



Dr.Kemal İnal
1980'li yıllarla birlikte ABD'de Reagan ve İngiltere'de Thatcher'in hem idari hem de iktisadi bir politika olarak benimsediği neoliberalizm, öncelikle bir ideolojinin adıdır ve kaynağını liberalizmden almaktadır. Fakat neoliberalizm, klasik liberalizmin yeniden değerlendirilmesine dayalı görece gevşek fikirler bütünüdür. Neoliberalizm, klasik liberalizmde yer alan çeşitli anlayışları (devletin iktisadi hayata müdahalesi, sosyal devlet anlayışı, kamusal finansmanın görece dengeli dağıtılma kaygısı, fırsat eşitliği, toplumsal sorumluluk alma vb.) şiddetle reddetmekte ve kapitalizmin sert bir şekilde ve sermayeden yana işletilmesini savunmaktadır.
Neoliberalizmin temel düsturu, piyasaların iyi ve yararlı olduğu, piyasalara nereden gelirse gelsin her türlü müdahalenin kötü olduğu şeklindedir. Neoliberalizmin liberalizmden temel farklılığı ise, neoliberallerin sermaye birikiminin ulaştığı aşama nedeniyle artık piyasa ilişkilerinin toplumsal ilişkileri tanımlayacak ölçüde bir egemenlik biçimine dönüştüğüne olan inanç, yani piyasanın rüştünü kesinkes kanıtladığına ilişkin derin güvendir. Neoliberalizmde toplumsal ve siyasal alan iktisadi alan içinde ve iktisadi alana göre yeniden tanımlanmakta; birey profili, bilginin niteliği ve kalkınmanın biçimi yeniden düşünülmektedir. Siyasal ve toplumsal olanın piyasa mantığı içinde ve bu mantığa göre yeniden tanımlanması, neoliberallerce devletin birçok kuruma olduğu gibi eğitime müdahalesini de yanlış bulmuştur. Nitekim neoliberal düşünür Milton Friedman, devletin eğitime yaptığı müdahalenin eğitim standartlarını düşürdüğünü, öğrenimin motivasyonunu sağlayamadığını ve kârlılık olmadan maliyetleri artırdığını ileri sürmüştür.
1980'lerin başlarından itibaren hızlanan neoliberal siyasal yönetim ve iktisadi anlayış, 1990'lara gelindiğinde sermayenin ve kapitalizmin uluslararası arenada yaygınlaşmasını ifade eden küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni ile mutlak egemenliğini ilan etmiştir. Bu süreç eğitim politikalarına da yön vermiş, hatta çoğu zaman belirlemiştir.
1. NEOLİBERAL EĞİTİM POLİTİKALARININ ARKAPLANI
1960'lı yılların sonlarından itibaren sınai üretim ve emek üretkenliğinde daralmayla birlikte işsizlik ve enflasyon oranları artmaya başlamış; iç ve dış pazarların daralmasıyla da sanayileşmiş ülkeler arasındaki rekabet kızışmıştı. Kızışan rekabet, birçok ülkede çeşitli sektörlerde ve firmalar düzeyinde bir krize yol açmıştı. Firmalar bu krizi ürün farklılaştırmasına giderek, ürün geliştirme sürecini kısaltarak, üretim maliyetlerini düşürmek için sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma yöntemlerine başvurarak, eski teknolojilerini ve üretim birimlerini düşük ücretli çevre ülkelere kaydırarak, AR-GE faaliyetlerine önem vererek vb. aşmaya çalışmıştı. Ulusal araştırma stratejileri açısından da biyoteknoloji, yeni enerji kaynakları, yeni malzemeler, kontrol ve telekomünikasyon gibi yeni teknolojilere ağırlık verilerek ve bu alandaki bilgi tekeli sağlamlaştırılarak krizden çıkılmaya çalışılmıştı.
Krizden çıkışta sektör içi arayışlar, özel sektörde ciddi bir dinamizm ortaya çıkarmıştı. Bu dinamizm, süreç içerisinde özel sektöre göreceli bir üstünlük sağlamıştı diğer sektörlere göre. Nitekim üniversiteler, teknolojik araştırmaların yürütülmesi ve politikalar için stratejik politikalar üretilmesinde önem ve önceliği dinamikleşen özel şirketlere kaptırmışlardı. Böylece Think-Tank, AR-GE ve özel araştırma kuruluşları 1970'lerin sonlarına gelindiğinde öne çıkmaya başlamıştı. Artık, üniversiteler özel sektörün denetimi altına girmeye hazır hale getirilmişti.
Son otuz yıl içinde üniversite sayılarında ve yürütülen araştırma programlarında patlamanın yaşanması, akademik bilgide genişlemenin görülmesi, vb. uzmanlaşmanın daha da daraltılmasını gerektirmişti. Uzmanlaşma kaygısı, öğretim yöntem ve tekniklerini, ders sayılarını ve müfredatı yeniden şekillendirmiş; uzmanlaşma, lisansüstü eğitim ve yeni akademisyen yetiştirme süresini uzatmıştı. Uzayan süre nedeniyle temel ve uygulamalı bilimlerde öğretim ve araştırmaların maliyeti böylece artmıştı.
Bu maddi gelişmeler düşünsel bazda da desteklenmiş, bunun yoğun propagandasına girişilmişti. Neoliberallere göre, kamunun egemenliğindeki devlet kaynakları hem rasyonel kullanılmamakta hem de tüketicilerin tercihleri yeteri kadar karşılanmamaktaydı. Oysa, ancak piyasa koşullarında yapılacak eğitimle insan sermayesi verimli biçimde işletilebilirdi. Dolayısıyla eğitim, sermaye için kârlılığı temel alan bir alan olarak görülmeliydi. Bu yüzden devletin eğitim hizmetlerinden vazgeçmesi, hatta eğitim hizmetlerinin verimli olabilmesi için eğitim hizmetlerinin piyasa koşullarına uydurulması istenmeliydi.
O halde, kriz nedeniyle daralan kamu finansmanları sonucu ulus-devlet hükümetleri, üniversitelerin maliyetlerini üstlenmemeye ya da daha az üstlenmeye yöneldiler. Sonuçta, yükseköğretimin her hizmet ve kademesi paralı hale getirildi, hatta piyasa dalgalanmalarına bırakılmaya başlandı. Sosyal devlet anlayışı yıpranırken, üniversitelerin ekonomik kalkınma ve büyümenin motor gücü olduğu düşüncesinin terkedilmesi söz konusu oldu; resmi katta üniversitelere, hem resmi ideolojinin aktarıldığı yarı resmi kurumlar olarak hem de piyasanın aktörlerinden biri olarak bakılmaya başlandı. Üniversiteler devlet ve sermaye tarafından gerek ideolojik gerekse iktisadi açıdan bir kez daha yeniden tanımlandı. Bunun anlamı, üniversitenin kapitalizme bir kez daha, ama bu kez daha yoğun bir biçimde tabi kılınmasıydı. En nihayet üniversiteler, pazar/piyasa ekonomisinin gereklerini yerine getirmesi ve ürünleriyle rekabet gücü kazanması gereken piyasa aktörleri olarak görülmeye başlandı. Girişimci üniversite modeli böyle doğdu.
2. NEOLİBERAL EĞİTİM POLİTİKALARI
Bu politikalar birkaç alt başlık altında şöyle özetlenebilir:
a) Araçsallaştırma: Neoliberal eğitim politikaları, üniversiteleri askeri-endüstriyel komplekslere, ulusal ya da uluslararası teknomiliter ağlara bağlamayı bir verimlilik gereği olarak değerlendirmektedir. Bilim, böylece piyasa ve teknomilitarizmin hizmetinde araçsallaştırılmaktadır.
b) Yüksek nitelikli eleman yetiştirmek: Neoliberal eğitim politikaları, eğitimin, dolayısıyla üniversitelerin asıl işlevinin klasik donanımlı bireyler yetiştirmek değil, meta üretim ve dolaşım süreçlerinde işgörecek yüksek nitelikli elemanlar yetiştirmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
c) Bilginin niteliği: Bilgi, bilimsel araştırma ve projeler, bilimsel öğrenim ve çeşitli üniversiter hizmetler bir meta olarak tanımlanmakta ve piyasaya meta olarak sunulmaktadır. Böylece, bilginin kamusal/toplumsal niteliği yok edilmekte, bilgi bireysel/firmasal/girişimsel bir meta haline getirilmektedir. Nitekim, neoliberal eğitim politikaları, bilginin toplumsallaşmasını engellemekte, yani eğitimi sermayeleştirmektedir. Bilginin toplumsallaşmasının engellenmesi, üniversitelerin ürettiği bilgilerden öncelikle geniş toplum kesimlerinin değil, özel birey ve firmaların yararlanmasını ifade etmektedir.
d) Paralı eğitim: 'Faydalanan öder' mantığıyla neoliberaller, eğitim hizmetlerinden kimler yararlanıyorsa, onların aldıkları hizmetlerin karşılığını ödemesi gerektiğini öne sürerler. Bu ilke, paralı eğitimin meşrulaştırılma mantığıdır. Sonucu ise, parası olmayan yoksulların okuyamama tehlikesinin belirmesidir.
e) Eğitsel ölçütlerin yeniden tanımlanması: Neoliberal eğitim politikalarında eğitim faaliyetleri kârlılık, verimlilik, bireysel fayda/getiri, performans, etkinlik gibi ölçütler çerçevesinde yeniden tanımlanmaktadır. Bu ölçütlerin akademik değil, piyasa yönelimli olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
f) Bilimin yeniden tanımlanması: Bilim, toplumsal kalkınma ve ortak yararın değil, sanayinin ve tekniğin, yani sermayenin bir üretim girdisi olarak düşünülmektedir.
g) Devletin görevi: Neoliberal eğitim poltikalarına göre devlet, özel okulları teşvik etmelidir. Devlet, özel okul kuracaklara bedava arsa tahsis etmeli, teşvik kredisi vermeli, yatırım indirimlerinde bulunmalı, vergi muafiyeti tanımalı, kamu kaynağı aktarmalı, özel okullarda okuyan öğrencilerin ücretlerinin önemli bir kısmını karşılamalıdır.
3. NEOLİBERAL EĞİTİM POLİTİKALARININ AMACI
İlk olarak, üniversiteleri kapitalizmle daha kompleks biçimde bütünleştirmek; yani üniversitenin özel bir şirket gibi çalışması, kâr-zarar, fayda-maliyet hesaplamalarına öncelik vermesi, fonlarını borsada değerlendirmesini sağlamak. İkinci olarak, süreç içinde üniversitelerin devletten aldığı kamusal katkıyı azaltmak, eğitimle ilgili sosyal devlet anlayışını kaldırmak, eğitimi tümüyle ücretli hale getirerek ve pahalılaştırarak üst sınıf kökenli öğrencilerin hizmetine sunmak.
Üçüncü olarak, öğretimle araştırmayı birbirinden ayırmak ve böylece aşırı uzmanlaşmanın önünü açmak.
4. GÜNÜMÜZ NEOLİBERAL ÜNİVERSİTELERİNİN DURUMU
a) Günümüzde neoliberal eğilimli üniversiteler, teknolojik, teknokratik ve politik çıkarların hizmetine girmiştir.
b) Toplumsal sorunlar nedeniyle halkla değil, piyasayla bütünleşmiştir. Artık ideal üniversite olmak, piyasaya ne oranda araştırma/proje üretildiğiyle değerlendirilmekte, ne kadar para kazanıldığıyla ölçülmektedir.
c) Neoliberal eğitim politikaları, üniversiteleri şirketler gibi profesyonelleşmeye itmektedir. Profesyonelleşme, bilim adamlarını öncelikle bir bilim adamı değil, girişimci gibi düşünmeye yöneltmektedir. Dolayısıyla akademik rollerde ciddi bir farklılaşma yaşanmaktadır.
Nitekim, üniversitelerde yaygınlaşan piyasacı ve profesyonelist anlayış sonucu birçok yeni birim ve ortam kurulmuştur: Endüstriyel işbirliği programları, Uygulama ve Araştırma Merkezleri, İrtibat Büroları, Bilim Parkları, Yenilik Merkezleri, Kariyer Günleri vb. Bu yeni birim ve ortamlar, profesyonel mantığı güçlendirmektedir.
Sermayenin özel üniversiteler kurmalarının nedenleri sadece kâr elde etmek ya da kendi kuruluşları için eleman yetiştirmek değil, fakat AR-GE'ye destek sağlamak ve üretim ve ticaret politikalarını üretecek akademisyen kadrolarını görece düşük maliyetle istihdam etmektir.
5. NEOLİBERAL EĞİTİM POLİTİKALARIYLA YETİŞTİRİLMEK İSTENEN ÖĞRENCİ TİPİ
Bu tipin temel ve ortak özellikleri şöyle sıralanabilir:
- Biri İngilizce olmak üzere en az iki dili çok iyi bilmek,
- Yeni teknolojilere uyumlu olmak,
- Yaratıcı olmak ve kendini sürekli yenileyebilmek,
- Batı kültürüne aşina olmak,
- Dünya ekonomisiyle bütünleşebilecek bilgi ve beceri kapasitesine sahip bulunmak,
- Finans, işletme, ithalat-ihracat alanından haberdar olmak,
- Vizyon sahibi olmak,
- Liberal değerlere bağlı bulunmak,
- Takım çalışmasına açık olmak.
Bu niteliklerin tipik bir girişimciyi tanımladığı açık. Dolayısıyla, artık üniversitelerin klasik formasyon sahibi, toplumsal sorumluluğu olan ve etik değerleri bulunan bireyler yetiştirmek gibi bir misyonu neredeyse kalmamıştır. Bu neoliberal tipi ülkemizde herhalde en fazla yetiştirme kaygısı güdenler, vakıf üniversiteleridir.
6. TÜRKİYE'DE ÖZEL VAKIF ÜNİVERSİTELERİ
Anayasanın 130. maddesine göre kâr amacı gütmeyen vakıflarca özel yükseköğretim kurumları açılabilmektedir. Ancak, yasayla kurulabilen bu kurumlar, yalnızca akademik açıdan devlet kurumlarıyla aynı yasal düzenlemelere tabidirler. Finansal ve yönetsel açıdan ise farklılaşmaktadırlar. Finasmanı özel sektör tarafından karşılansa da, vakıf üniversiteleri idari özerkliğe sahip değildir. Mütevveli heyeti, personel alımı gibi idari konularda, yeni bölümler açılması gibi akademik konularda karar yetkisine sahip olsa da, bu kararlar YÖK kanununa uymak zorundadır. Vakıf üniversiteleri 2547 sayılı yasaya bağlıdır. YÖK, en yakın ildeki yükseköğretim kurumunu araştırma ve eğitim seviyesinin altında kaldığı gerekçesiyle kapatabilir, üniversitenin mallarına el koyabilir ve başka bir yükseköğretim kurumuna devredebilir.
Özel yükseköğretim kurumlarının finansmanı da önemli ölçüde devletçe karşılanmaktadır. Bu kurumlar, kullandıkları teknoloji ve modern eğitim ortamları nedeniyle yüksek maliyetle eğitim yapan kurumlardır ama öğrenci sayıları düşüktür. Yüsek maliyet ve öğrenci sayısının düşüklüğü, elit bir eğitim hizmeti ortaya çıkarmaktadır. Bu elit üniversitelerde okuyan üst sınıf kökenli öğrencilere yapılan harcama, kamu üniversitelerindeki öğrencilere yapılan harcamayı aşmaktadır.
Devlet, kamu üniversitelerine göre özel vakıf üniversitelerine daha fazla yardım (aslında yatırım) yapmaktadır. Özel kurumlardaki öğrenciler için devletin daha fazla harcama yapması, yüksek ödeme gücüne sahip olan ve daha yüksek nitelikli bir eğitim olanağından yararlanabilen öğrencilere devletin daha yüksek harama yapması demektir ve var olan eşitsizliği artırıcı niteliktedir. Dolayısıyla özel vakıf üniversiteleri fırsat eşitliğini arttırmamakta, aksine azaltmaktadır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda 1991 yılında yapılan bir değişilikle vakıf üniversitelerinin bütçelerinin %45'inin devletçe karşılanması kararlaştırılmıştır. Bu yüksek yardım oranına rağmen, toplam eğitim etkinlikleri içerisinde sermayenin eğitim arzı %1 civarındadır. Bu da sermayenin elitist bir eğitime yöneldiğinin açık bir kanıtıdır. O halde, sermayenin devletten aldığı kamu finasmanını kendi sınıfsal konumunu pekiştirmek için kullanması, işlevselci paradigmanın dikte ettiği gibi eğitimin demokratikleşmeyi ve eşitliği sağlamadığını göstermektedir. Dolayısıyla, sermayenin eğitim faaliyetlerine bizzat katılımı sınıfsal katmanlaşmayı daha da arttırmaktadır.
7. TÜRKİYE'DE ÖZEL VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN KURULUŞLARININ TEMELLENDİRİLDİĞİ MANTIK
Neoliberal eğitim mantığına göre, dünya küreselleşme sürecine ve bilgi çağına girmiştir. Bu süreç ve çağda rekabet çok kızışmıştır. Rekabet edip ayakta kalabilmek için bilgi-yoğun teknolojileri kullanabilecek yüksek vasıflı işgücüne ihtiyaç vardır. Oysa, Türkiye'deki klasik eğitim yapan kitlesel kamu üniversiteleri bu çağdaş ihtiyacı karşılayamamaktadır. Devlet, verimsiz ve çağın gerisinde kalmış kamu üniversitelerine değil, özel üniversitelere finansman ayırmalıdır. Ancak, bu finansmanın bir diğer kaynağı da öğrenci harçları olmalıdır. 'Yararlanan öder' mantığı ve 'İnsan Sermayesi' kuramı bunu gerektirmektedir. Madem eğitim bireysel getirisi olan kârlı bir yatırımdır, o zaman bu hizmeti alan kişi bunun karşılığını hemen ödemelidir.
SONUÇ
Günümüz Türkiye'sinde, neoliberal eğitim politikaları sonucu kabaca iki tip üniversite, iki tip eğitim anlayışı ortaya çıkmıştır. Kitlesel eğitim yapan, hâlâ klasik formasyona ve müfredata göre öğretim veren ve büyük ölçüde kamusal bir perspektif içinde hareket eden kamu üniversiteleri ve kamucu/devletçi bir eğitim anlayışı; sermaye tarafından kurulan, araştırma ve profesyonel eleman yetiştirme ağırlıklı ve tümüyle Anglo-Sakson modele dayanan elit özel vakıf üniversiteleri ve piyasacı eğitim anlayışı.
Devlet, kriz nedeniyle eğitime kamu finansmanını her geçen yıl azaltarak metropol kamu üniversitelerine ya özel üniversiteler gibi olmalarını ya da durumlarına razı olmalarını dikte etmektedir. Ancak, devlet kitlesel kamu üniversitelerine sosyalleşme, ideolojik endoktrinasyon, yurttaşlık bilgisi verme, ahlâk ve din eğitimi, inkilap tarihi ve Atatürkçülük dersi gibi daha çok toplumsal ve tarihsel yaşam bilgilerini empoze ederken; sermaye özel vakıf üniversitelerinde piyasa bilgisini, bilimsel ve teknik donanımı, teknoloji eğitimini öne çıkarmaktadır. Dolayısıyla, özel elit üniversiteler içerdiği müfredatıyla, uygulama biçimi ve yetiştirme tarzıyla öğrencilerini yarının yönetici pozisyonlarına hazırlamaktadır; oysa kamu üniversitelerinde öğrenciler daha kolay nasıl yönetilecekleri üzerine yetiştirilmektedir.
Devlet, özel ya da kamu, tüm üniversitelerin iktisadi etkinlikleri konusunda tanıdığı hoşgörü ve serbestliği idari, siyasal ve ideolojik hegemonya, denetim ve tasarrufunda göstermemektedir. Bu da Türkiye'de yükseköğretim kurumlarının hâlâ ideolojik devlet aygıtı rolünü sürdürdüğünü göstermektedir. Dolayısıyla yeni bir üniversite modeline ihtiyacımız var. Bu modelin piyasacı ve bürokratik ya da akademik elitizm ve teknokratik zihniyet arasında sıkışıp kalmaması gerekiyor.
KAYNAKLAR
1. Fuat Ercan, Eğitim ve Kapitalizm-Neoliberal Eğitim Ekonomisinin Eleştirisi, İstanbul: Bilim Yay., 1998.
2. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, 2. Üniversite Kurultayı-Bildiriler, İstanbul:Sarmal Yay., 1996.
3. Faruk Alpkaya vd., Eğitim: Ne İçin? Üniversite: Nasıl? YÖK: Nereye?, Ankara: Ütopya Yay., 1999.
4. Ali Menteş, Yeniversite, 'Bilim Kurumlaşmasında Günümüz İçin Bir Perspektif', İstanbul: Metis Yay., 2000.
5. Taner Timur, Toplumsal Değişme ve Üniversiteler, Ankara: İmge Yay., 2000.
6. Işıl Ünal, Eğitim ve Yetiştirme Ekonomisi, Ankara: EPAR Yay., 1996.
7. Birikim, 'Bilgi Çağı Eşiğinde Üniversiteler', Sayı: 142-143, Şubat-Mart 2001.

0 yorum:

Yorum Gönder